Ru'yet-i Hilal (Hilalin Görülmesi) Meselesi - 4

Ahmet Yılmaz

Ahmet Yılmaz

07 May 2019 10:59
  • Pratik uygulamaya bakıldığında, dönemsel ibadet mevsimlerinin başlangıç ve bitişlerinin tespitinde hilalin ölçü kabul edilmiş olduğu görülüyor. Başta oruç ayı olan Ramazan olmak üzere kamerî ayların ve hac mevsiminin tespiti hilalin tespitine bağlanmıştır (bkz. Bakara (2), 189).

    Aslında muamelat sahasındaki pek çok konu kamerî ayın tespiti ile ilişkilendirilmiştir. Mendûb kabul edilen eyyâm-ı biyz, aşure ve Şevval oruçlarını tutmak, zekâta veya kurbana elverişliliklerine karar verebilmek için hayvanların yaşlarını tayin etmek, alâmetleri tam anlaşılamayan durumlarda bulûğu tespit etmek, îlâ ve keffârette süreyi belirlemek, iddette şer‘î süreyi beklemek gibi birçok fıkhî mesele buna örnek gösterilebilir. 

    Şer‘î çerçevede hilalin görülmesiyle kamerî ay başlamış kabul edilmektedir. Ancak kozmik bir realite olarak hilal yeryüzünün tamamında aynı anda görülmemektedir. Acaba fıkhî anlamda hilalin ihtilâf-ı metâli‘ine itibar edilecek midir? Bu konuda müçtehitler arasında belli bir uzlaşmanın sağlanamadığı görülmektedir ki buna daha önceki yazılarda vurgu yapılmıştı. Kabaca bir tasnifle Hanefî, Mâlikî ve Hanbelî fakihlerinin çoğunluğu ile bazı Şâfiî fakihlerine göre ihtilâf-ı metâlia itibar edilmeyeceğini söylemek mümkündür. Konuyla ilgilenenler bu konudaki değerlendirmeler için Düreynî’nin Buhûs Mukârene’sine, merhum Saîd Ramazan el-Bûtî’nin Muhâdarât fi’l-fıkhi’l-mukâren isimli çalışmasına ve benim de daha önce tercümesini gerçekleştirdiğim Mustafa Kemal et-Terzî’nin Mecelletü mecma’i’l-fıkhi’l-İslâmî’de yayımlanan “Nazarât İslâmiyye fî tevhîdi’ş-şühûri’l-kameriyye” isimli makalesine bakabilirler.

    Sonuç olarak, ihtilâf-ı metâli‘e itibar edilmediği zaman yerkürenin bir noktasında ru’yetin hakikaten veya hükmen gerçekleşmiş olması bütün diğer Müslümanları bağlayacak ve oruç hükümleri –hilali bizzat görmeseler bile- onları da kapsayacaktır. 

    İhtilâf-ı metâli‘ doğurduğu sonuçlar bakımından muteber kabul edildiği takdirde ise durum tamamen değişecektir. Bir yerde ru’yetin gerçekleşmiş olması, hüküm bakımından ru’yetin henüz tahakkuk etmediği başka bir beldedeki Müslümanları etkilemeyecektir. Birbirlerine ister yakın ister uzak olsunlar, her ülke Müslümanları kendi matla‘larında hilalin tulû etmesini dikkate alacaklardır. Bu görüşün fiilî neticesi; -coğrafi olarak veya matla‘ bakımından birbirlerine yakın olsunlar uzak olsunlar fark etmez- beldeler arasında kameri ayların başlangıç günlerinin tespiti noktasında gün farklarının oluşmasıdır.

    Bilişim ve iletişim imkânlarının son derece geliştiği günümüz dünyasında, Müslümanların hâlâ farklı günlerde bayram yapmaları temelde “ihtilâf-ı metâli‘e itibar olunacağı” görüşüne dayanmaktadır. Zira ihtilâf-ı metâli‘e itibar idilmesinin bir sonucu olarak bazı Müslümanlar; kendi vatanındakiler bayram yaparlarken Arafat’ta vakfeye durabilmekte veya tam tersi ülkelerindekiler bayram yaparlarken arefe gününü idrak edilebilmektedirler. Müslümanların oluşturduğu ve İslam’ın vahdet anlayışıyla uyuşmayan bu tablo sonuç itibariyle ihtilâf-ı metâli‘ tartışmaları ile doğrudan ilgilidir.

    İslam hukukçuları tabii olarak birçok fıkhî meselede olduğu gibi ihtilâf-ı metâli‘ tartışmalarında da görüşlerini temellendirirken, bu alandaki bazı hadîs-i şerîflerden istidlalde bulunmuşlardır. Bu bağlamda en çok gündeme gelen hadislerden birisi de bu yazı dizisinde “Küreyb hadisi” olarak anılacak olan rivâyettir.

    Denilebilir ki ihtilâf-ı metâli‘in, öteden beri doğurduğu fıkhî sonuçlar bakımından mezhepler arasında ve hatta belli bir mezhep içinde tartışmalara konu oluyor olmasının en önemli sebeplerinden birisi Küreyb hadisidir. Zira bu rivâyeti dikkate alan birçok müçtehit ihtilâf-ı metâli‘e fıkhî bakımdan mutlak olarak itibar edilmesi gerektiğini söylemişlerdir. Hanefîlerden ihtilâf-ı metâli‘e belli şartlar dâhilinde itibar edilebileceğini söyleyenler de bu rivâyeti delil olarak göstermeleri sebebiyle onlarla ortak paydada buluşmaktadırlar.

    Küreyb hadisinin yer aldığı en eski tarihli kaynak, aynı zamanda Müslim’in senedinde de râvi olarak bulunan İsmâîl b. Ca‘fer el-Ensârî el-Medenî’nin (ö. 180/796) Hadîsü Ali b. Hucr es-Sa‘dî ‘an İsmâîl b. Ca‘fer el-Medenî ismini taşıyan hadis cüzüdür (bkz. İsmâîl b. Ca‘fer, Hadîsü Alî b. Hucr es-Sa‘dî an İsmâîl b. Ca‘fer el-Medenî,  h. no: 319). 

    Hadisin yer aldığı en önemli kaynak ise Sahîhu Müslim’dir (bkz. Müslim, “Sıyâm”, 28, 1087). Bu makalede de değerlendirmeye esas kabul edilen Müslim’deki rivâyet şu şekildedir:

    Küreyb’den yapılan rivâyete göre, Ümmü’l-Fazl bint el-Hâris onu Şam’a Muaviye’ye göndermişti. Küreyb diyor ki: “Şam’a vardım ve Ümmü’l-Fazl’ın ihtiyaçlarını temin ettim; derken ben henüz Şam’dayken Ramazan ayı girdi, ben de hilali Perşembe gecesi gördüm. Sonra ben Ramazan ayının sonunda Medine’ye döndüm. Abdullah b. Abbâs ora hakkında birtakım şeyler sordu. Sonra hilalden bahsetti ve: “(Şam’da) hilali hangi gün gördünüz?” diye sordu. Ben de: “Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gece gördük” diye cevap verdim. O bana: “Sen de hilali görebildin mi” dedi. Ben: “Evet, ben gördüm, birçok kimseler ve Muâviye de hilali gördüler ve oruç tuttular” dedim. Bunun üzerine (İbn Abbâs) şöyle dedi: “Ama biz hilali Cuma’yı Cumartesi’ye bağlayan gece gördük ve ona göre oruç tuttuk; ya otuzu güne tamamlayacağız, ya da tekrar hilali görmüş olacağız.” Ben ona: “İyi ama Muâviye’nin hilali görmüş ve oruç tutmuş olmasıyla iktifa etmeyecek misin?” diye sorduğumda, şu cevabı verdi: “Hayır, Allah Resûlü bize böyle emretti” (Hadisin yer aldığı diğer bazı önemli kaynaklar için bkz. Ebû Dâvûd, “Savm”, 9; Tirmizi, “Savm”, 9, Nesâî, “Sıyâm”, 7; Dârekutnî, “Sıyâm”, 2; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, V, 10).

    Bu kadar önemli kaynakta bulunan ve aslında önemli tartışmaların odağında yer alan Küreyb hadisinin sened ve metin açısından değerlendirilmesi önem arz etmektedir.

    Rivâyette anlatılan hâdisenin kahramanı ve hadisin râvisi Küreyb’in (ö. 98/716-7) ismi tam olarak Ebû Rişdîn Küreyb b. Ebû Müslim el-Kuraşî el-Hâşimî olup İbn Abbâs’ın kölesidir. İbn Abbâs (ö. 68/687-88), Muâviye (ö. 60/680), Meymûne (ö. 51/671) ve Ümmü Seleme’den (ö. 62/681) hadis rivâyetinde bulunmuş; kendisinden de Muhammed b. Ebû Harmele, iki oğlu Muhammed ve Rişdîn, ez-Zührî, Mekhûl gibi râviler hadis aktarmışlardır. Küreyb, cerh ve tadil açısından sika kabul edilmiştir.

    Küreyb’ten rivâyette bulunan Muhammed’in ismi tam olarak Ebû Abdullah Muhammed b. Ebû Harmele el-Medenî (ö. ?) olup, tâbiûndandır. Sahabeden Huveytıb b. Abdil‘uzzâ’nın  (ö. 54/674 [?]) torunu Abdurrahman b. Ebû Süfyân’ın kölesidir. Hz. Peygamber’in eşi Ümmü Habîbe’nin (ö. 44/664) kız kardeşi Ümeyme’nin torununun kölesidir. Bir başka deyişle Huveytib, Hz. Peygamberin eşi Ümmü Habîbe bint Ebû Süfyân’ın (ö. 44/664) kız kardeşi olan Ümeyme’nin kocasıdır. Küreyb’in de Hz. Peygamber’in amcazâdesinin kölesi olduğu hesaba katılacak olursa, Hz. Peygamber’in hısım akraba muhitinde yaşayan iki köleden birinin diğerinden rivâyette bulunduğu anlaşılmaktadır. Muhammed b. Ebû Harmele, tâbiûndan olup İbn Hibbân (ö. 354/965 tarafından sika raviler arasında tadat edilmiştir. Nesâî (ö. 303/915) de kendisini sika saymış, İbn Mâce (ö. 273/887) dışındaki Kütüb-i Sitte müellifleri Muhammed b. Ebû Harmele’den rivâyette bulunmuşlardır.

    Sened zincirinde yer alan Ebû İshâk (Ebû İbrâhîm) İsmâîl b. Ca‘fer b. Ebû Kesîr el-Ensârî el-Medenî (ö. 180/796) de devrinin muhaddislerinden ve kıraat âlimlerinden olup aynı şekilde mevâlîdendir. Ensardan Züreykoğulları’nın mevlâsı olduğu için Zürekî nisbesiyle de anılmıştır. Yahyâ b. Maîn (ö. 233/848), Ebû Zür‘a (ö. 264/878), Nesâî ve Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855) gibi hadis münekkitlerince sika kabul edilmiştir.

    Hadisin Müslim’deki senedine bakıldığında; Müslim’in söz konusu hadisi aynı anda dört râviden aldığı görülmektedir. Bunlar Yahyâ b. Yahyâ (ö. 226/840), Yahyâ b. Eyyûb ve Kuteybe ve İbn Hucr’dur. Yahyâ b. Yahyâ, hadisi Müslim’e “ahberanâ” lafzı ile naklederken, diğer üç râvi “haddesenâ” sîgasını kullanmışlardır. Bu dört râviye gelinceye kadar ise hadisin isnâdı; Küreyb --> Muhammed (İbn Ebû Harmele --> İsmâîl (İbn Ca‘fer) şeklindedir.

    İsmail b. Ca‘fer’den rivâyette bulunan dört râviden biri olan Yahya b. Yahya, Mâlikî mezhebinin Endülüs’te yayılmasını sağlayan ve el-Muvatta’ râvisi olan fakih Ebû Muhammed Yahya b. Yahyâ el-Leysî (ö. 234/849) değil, Horasanlı hadis hâfızı Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Yahyâ et-Temîmî el-Minkarî en-Nîsâbûrî’dir (ö. 226/840). Hakkında Ahmed b. Hanbel’in “sikadır, sikadan da ötesidir” dediği Yahya b. Yahya el-Minkârî’yi; Ebû Dâvûd (ö. 275/889) ve Nesâî gibi münekkitler sika kabul etmişler, İbn Hibban da es-Sikât’ında zikretmiştir. 

    Ebû Zekeriyyâ Yahya b. Eyyûb el-Mekâbirî (ö. 234/848) de Müslim’in dışında Ahmed b. Hanbel, Ebû Dâvûd ve Ebû Ya‘lâ (ö. 307/919) gibi muhaddislerin kendisinden rivâyette bulundukları bir muhaddistir. İbn Hibbân onun ismini sika râviler arasıda zikretmiş, hakeza Zehebî ve İbn Hacer gibi münekkitler kendisini sika kabul etmişlerdir. 

    Müslim’in senedinde Kuteybe olarak geçen Ebû Recâ’ Kuteybe b. Saîd es-Sekafî (ö. 240/855) de İbn Mâce dışındaki Kütüb-i Sitte müelliflerinin, Ahmed b. Hanbel’in ve daha birçok hatırı sayılır muhaddisin kendisinden rivâyette bulundukları bir muhaddistir. Kuteybe b. Saîd’i; Yahya b. Maîn, Ahmed b. Hanbel, Ebû Hâtim, Nesâî ve İbn Hacer gibi hadis münekkitleri sika kabul etmişlerdir. 
    İsmail b. Ca‘fer’in dördüncü râvisi ise Ebü’l-Hasen Alî b. Hucr es-Sa‘dî el-Mervezî (ö. 244/858-59) olup devrinde Horasan’ın üç büyük hadis imamından birisi olarak tanımlanmıştır. Müslim’den başka başta Buhârî, Tirmizî ve Nesâî olmak üzere birçok muhaddis kendisinden rivâyette bulunmuştur. Nesâî onun “sika, me’mûn ve hâfız” olduğunu söylemiştir. İbn Hacer de onun hakkında “sika, hâfız” kanaatini izhar etmiştir.

    Sonuç olarak, Müslim’deki hadisin senedinde yer alan râvilerin tamamının cerh ve ta‘dîl bakımından güvenilir oldukları ortaya çıkmaktadır. Haklarında yapılan itibar değerlendirmesini tabloyla ifade etmek gerekirse sonuç şöyle olmaktadır:

    Buna göre Müslim’de muttasıl bir sened ile sevk olunan hadisin isnâdının sahih olduğunu söylemek rahatlıkla mümkündür.
    Hadisin el-Müsned’de yer alan senedi de hemen hemen aynıdır: Küreyb --> Muhammed (İbn Ebû Harmele --> İsmâîl (İbn Ca‘fer) -->  Süleyman b. Dâvûd el-Hâşimî. Dikkat edilecek olursa el-Müsned’de sadece Ahmed b. Hanbel’in kensisinden rivâyette bulunduğu, hadisin mübtedâsı durumunda olan hocası değişmiştir. Nitekim Süleyman b. Dâvûd (ö. 219/834) da Kütüb-i Sitte müellifleri tarafından kendisinden rivâyette bulunulmuş olan sika bir râvidir. el-İclî (ö. 261/875), İbn Sa‘d (ö. 230/845), Ya‘kûb b. Şeybe (ö. 262/875), Ebû Hâtim er-Râzî (ö. 277/890), Nesâî, Dârekutnî (ö. 385/995) ve Ebû Bekr el-Hatîb el-Bağdâdî (ö. 463/1071) gibi hadis münekkitlerinin sika kabul ettikleri bu zât hakkında İmâm Şâfiî’nin (ö. 204/820) “İki kişiden daha akıllısını görmedim; Ahmed b. Hanbel ve Süleyman b. Dâvûd el-Hâşimî” dediği nakledilmektedir. Buna göre hadisin el-Müsned’deki senedinde bulunan râvilerin itibar tablosu şu şekilde olmaktadır:

    Ebû Dûvûd’un Sünen’inde de benzer bir durum söz konusudur: Küreyb -->  Muhammed b. Ebû Harmele -->  İsmâîl b. Ca‘fer --> Mûsâ b. İsmâîl. Dikkat edilecek olursa diğer tariklerde olduğu gibi İsmâîl b. Ca‘fer’e kadar sened aynı isimlerden oluşmaktadır. Sadece bu tarîkte de Süleyman b. Dâvûd el-Hâşimî’nin yerini yine sika bir râvi olan Mûsâ b. İsmâîl almış durumdadır. Bu durumda şöyle bir tablo ortaya çıkmaktadır:

    Tirmizî de Küreyb -->  Muhammed b. Ebû Harmele -->  İsmâîl b. Ca‘fer -->  Ali b. Hucr kanalıyla zikrettiği hadis için hasen-sahîh-ğarîb hükmünü vermiştir.

    İsmâîl b. Ca‘fer’in hadis cüzünde, kendisiyle Küreyb arasında sadece Muhammed b. Ebû Harmele’nin bulunduğunu vurgulamak gerekir. Sonuç olarak Küreyb hadisinin, kaynaklarda muhtelif İsmâîl b. Ca‘fer tarikleri olarak yer aldığını, Müslim dâhil yukarıda zikri geçen bütün tarîklerin İsmâîl b. Ca‘fer’e dayandıklarını söylemek mümkündür. Bu tariklerin tamamının isnâdları cerh ve ta‘dîl açısından sahîhtir.

    Hadisin metnine göre; Hz. Abbâs’ın hanımı Ümmü’l-Fazl, oğlu Abdullah b. Abbâs’ın kölesi olan Küreyb’i, Muâviye ile görüşmesi ve bir takım işlerini halletmesi için Şam’a göndermiştir. Şam’a varan ve Ümmü’l-Fazl’ın işlerini gören Küreyb, daha Şam’dayken ru’yet-i hilal vuku bulmuştur. Ramazan ayını büyük ölçüde Şam’da geçiren ve Şamlılarla birlikte oruç tutan Küreyb, Ramazan ayının son günlerinde Medine’ye dönmüştür. Medine’ye döndüğünde İbn Abbâs ile aralarında bir görüşmenin gerçekleştiği anlaşılmaktadır. İbn Abbâs’ın bir aya yakın süre Şam’da kalan bir kölesine Şam hakkında bir takım sorular sorduğu anlaşılmaktadır ki bu tabii bir durumdur. İbn Abbâs gibi tefsir ve fıkıh ilimlerinde otorite kabul edilen ve çok hadis rivayet edenler arasında yer alan âlim bir sahâbînin, sözü hilale getirmesi ve Küreyb’e Şam’daki uygulama hakkında sorular sormuş olması da gayet normaldir. İbn Abbâs’ın Küreyb’e ru’yet bağlamında sorular yönelttiği ve aralarında bir muhaverenin gerçekleştiği görülmektedir. Aslında bu muhaverede her soru bir önceki cevabı sorgular niteliktedir. İbn Abbâs’ın: “Şam’da hilali hangi gün gördünüz?” sorusuna, Küreyb: “Perşembeyi cumaya bağlayan gece gördük” yanıtını vermiştir. Devamında İbn Abbâs’ın sarfettiği: “Sen de hilali görebildin mi?” sorusu, onun az önce aldığı cevap karşısında bir şaşkınlık yaşadığını ve teyit arayışında olduğunu göstermektedir. “Evet, ben gördüm, birçok kimseler ve Muâviye de gördüler ve oruç tuttular” cevabını veren Küreyb’in, verdiği haberi teyit ettiği anlaşılmaktadır. İbn Abbâs’ın: “Ama biz hilali cumayı cumartesiye bağlayan gece gördük ve ona göre oruç tuttuk; ya otuzu güne tamamlayacağız, ya da tekrar hilali görmüş olacağız” ifadesi yaşadığı bu şaşkınlığın gerekçesini ortaya koyar gibidir. Bu defa şaşkınlık yaşama sırası az önce Şamlıların tatbikatını haber veren Küreyb’tedir. İbn Abbâs’a sorar: “İyi ama Muâviye’nin hilali görmüş ve oruç tutmuş olmasıyla iktifa etmeyecek misin?” Küreyb bu sözleriyle o dönemde Şam’da valilik yapmakta olan Muâviye gibi önemli bir şahsiyetin uygulamasına işaret etmektedir. İbn Abbâs’ın: “Hayır, Allah Resûlü bize böyle emretti” cevabı onun Muâviye’nin ve Şamlılar’ın uygulamasıyla ve Küreyb’in bunu haber vermesiyle amel etmediğini ortaya koymaktadır. 
    Küreyb hadisi metin bakımından ele alındığında, metinde verilen bilgilerden hareketle ihtilâf-ı metâli‘ bağlamında, akla -aslında bu yazı dizisinin de gerekçesini oluşturan- bazı sorular gelmektedir. Acaba Küreyb hadisin metni ihtilâf-ı metâli‘e itibar olunacağına delil olabilir mi? Hadisin ihtiva ettiği bilgilerden hareketle bir zaman tahdidi yapmak mümkün müdür? Medine-Şam özelinde ru’yet-i hilalin muhtemel tarihlerinin astronomik tahlili yapılabilir mi? 

    Küreyb hadisi bağlamında bu ve benzeri soruların cevabını aramaya devam edelim inşallah..

    07 May 2019 10:59
    YAZARIN SON YAZILARI
    YAZARLAR