Bazı internet sitelerinde okuduğuma göre, Güney Afrikalı girişimci ve iş insanı Elon Musk, NeuraLink adlı yeni bir şirket kurmuş. Söz konusu şirket, “insan beynini bilgisayar ara yüzlerine bağlayacak teknolojiler” üzerine yoğunlaşacakmış. Tesla Motors ve SpaceX şirketlerinin de kurucusu olan Musk, maymunlar üzerinde yapılan bilimsel çalışmalar neticesinde, bilgisayarların beyin gücüyle kontrol edilmesini başardıklarını belirtmiş. NeuraLink şirketinin felçli hastalar için teknolojik çözümler geliştirebileceğini duymak insanı heyecanlandırmaya yetiyor. Kim bilir, belki de “insanüstü bilinci yakalamak nihâî hedefim” diyen Musk, insanlığa yepyeni bir ufuk açacak...
Sanayi devrimiyle birlikte hayatımızda yer edinen bir kavram, “makine” ve tabi ki ondan menkul “makineleşmek”. İnsan hayatının odağında her daim. Sanayide, endüstride, tarımda, ulaşımda velhasıl hayatın hemen her ünitesinde insan gücünün yerini aldı makineler. Sonra yepyeni bir dönüşüm geçirdi insanoğlu: internet devrimi. Evet, teknoloji marketleri hayatımızı kolaylaştıran uygulamalarla dolu. İnternet sahasındaki gelişmeler öyle bir noktaya ulaştı ki, ekmekten suya her ihtiyacımızı internet üzerinden sipariş verebiliyoruz. Londra’da yaşayan bir kişi, internet aracılığı ile sipariş ettiği Çin menşeli bir kulaklığı üç gün sonra kapısında teslim alabiliyor artık. Ve şimdilerde “makine” ve “bilişim” kavramlarının etkileşimi bambaşka bir transformasyonu işaret ediyor. Akıllı makineler her geçen gün biraz daha kuşatıyor etrafımızı. “Endüstriyel internet” çağı bu.
Evet, bilişim teknolojileri çağındayız. İlginç, hızlı ve olabildiğine ufuk veren teknolojik gelişmeler, hayatımızda yeni çığırlar açmaya devam ediyor. Dün sadece bilim kurgu filmlerinde izleyebildiğimiz sahneler bugün gerçekleşiyor. Mesela devrim niteliğindeki 3D yazılım teknolojisi hayatımızı iyiden iyiye kuşattı. Modadan spora, medikal endüstriden sanayiye kadar hayatın her alanında 3D üretimler söz konusu. İnsansız hava araçları sadece devletlerin işlerini kolaylaştırmakla kalmadı, özel şirketlere de hizmet sunmaya başladı. Bilinmez ama belki de günün birinde, yemek siparişiniz bir drone tarafından kapınızda size teslim edilebilecek. Havada 4 saat kalıp 200 km hız yapabilen ama aynı zamanda şehir trafiğinde 160 km hıza çıkabilen uçan araçların seri üretime hazır olduğunu biliyor muydunuz?
Ama endüstriyel internet teknolojilerinin bu derece geliştiği, sosyal paylaşım platformlarının iyiden iyiye hayatın merkezine yerleştiği ve iletişim imkânlarının da oldukça arttığı şu günlerde hayat o kadar da tozpembe değil. Müslümanların ekseriyetleri itibariyle internet ve iletişim merkezli bu yeni hayata adapte olamadıkları kanaatindeyim. Bir zihniyet ve dolayısıyla entegrasyon problemi var sanki.
Mesela bir takım sorunlu inanç formları son yıllarda insanımız arasında yayılma imkânı buldu. Deizm anlayışı bunlardan sadece biri. Deizm bir çeşit “yaradancılık” anlayışı. İlk ortaya çıkış şartlarına bakıldığında, Katolik inancına karşı tepkisel bir hareket olduğu görülüyor. İlk deistler, skolastik çıkmazındaki kiliseye ve muharref Katolik inanışa karşı, ahlâkî değerlerin pekâlâ akıl yoluyla elde edilebileceğini savunmuşlardı. Marjinal süreçler geçirdikten sonra modern zamanlarda belli sebeplerle bir şekilde kitlelere temas etmeyi başardılar. Düşünsel boyutu aşan ve adı konulmamış bir tarzda, çoklarının yaşam biçimi hâline gelen bir anlayıştan bahsediyorum.
Bu arada bir felsefî deizm var bir de amelî deizm. Felsefî deizm konunun teorik boyutunu ifade ediyor. Her şeyin bir yaratıcı tarafından yaratıldığını ancak daha sonra bu yaratıcının kâinatı kendi haline bıraktığı ön kabulü felsefî deizmi açıklıyor. Popüler açıdan bakıldığında da bu tür deizm, din kaynaklı inanışın reddedilmesi olarak anlaşılmakta. Bu düşünsel ön kabuller; dinleri, peygamberleri, kutsal kitapları, cennetin ve cehennemin varlığını vs. reddeden teolojik-felsefi bir yorum çıkarıyor karşımıza. Açıkçası, deizmin felsefî tarafında değilim…
Deist ahlaktan beslenen ve dini pratiklerden uzaklaşmayı salık veren bir cereyan var. Mutlak bilgiye ulaşma adına bilim ve aklı tek referans kabul eden bir cereyan. Din tarafından biçimlendirilmiş sosyal, ekonomik, siyasi ve kültürel kurumları öteleyen, “insan aklı her şeye yeter, kutsala gerek yok” diyen. Bu bakış açısına göre, din tarafından kulun ebedi saadeti elde etmesi için öngörülen emir ve yasaklar anlamsız kalıyor. Maneviyat kapıları sürgülenmiş oluyor. Bunun pratik anlamı şudur: Deist ahlak, dinin pratik tarafını yani “amel” buudunu, yüce yaratıcı tarafından vaz edilen emir ve yasakları devre dışı bırakıyor. Sonuç olarak bu da bir itikat problemi!
Amelî deizm dediğim şey ile seküler ahlakın kesişim noktaları hayli çok. Bizim insanımız arasında her türlü dini argümanı reddeden, yaratanı akıl yoluyla bulabileceğini söyleyen uç/rijit bir kitleden söz etmek mümkünse de bunların oranı son derece azdır. Buna karşılık dini inkâr etmeyen ama dînî sorumluluklarını da yerine getirmeyen, adeta görmezden gelen geniş bir kitle var ve asıl problem de burada sanki!
Hizmet Hareketi mensuplarının amelî deizm veya sekülerizm rüzgârları karşısında farkındalık sahibi, son derece muhkem ve dirayetli olmaları beklenir elbette. Çünkü hareketin özü iman düşüncesine ve amel perspektifine dayanıyor, Risâle-i Nûr’dan ve pırlanta eserlerden beslenme bahis mevzuu. Risâle-i Nûr; deizm, ateizm, nihilizm gibi imansızlık temelli felsefî-teolojik problemler için muhteşem bir ilaç hükmünde. Mesela Âyetü’l-Kübra, Ene ve Zerre Risaleleri, Tabiat ve Haşir Risaleleri, Sözler, Mektûbât, Şuâlar, İşaretü’l-i‘câz, Mesnevî-i Nûriye gibi eserlerdeki iman bahislerinin her biri hem akla hem de vicdana hitap ediyor. Yeri geldiğinde bilimsel hakikatleri nazara vermek suretiyle imana dair meseleleri bütün cüzleriyle izah ediyor.
Hizmet fertleri için riskler sarmalı mahiyetinde imtihanlar söz konusu. Bir tarafta bitmek tükenmek bilmeyen zulümler sarmalında kıvranan mazlumlar var, diğer tarafta zâhiren dindar görünen mürai zâlimler. Kin adamları verdikleri sahte fetvalarla ve kimi müteşeyyihler de üfürdükleri nefret rüzgârlarıyla bu zâlimlerin yelkenlerini şişirmekle meşguller. Kürsüde, mihrapta ve minberde bir çeşit öfke ve gayz dili hâkim ve bu sebeple cami âşıkları camiye gitmez, cemiyet bağlıları Cuma namazlarından kaçar oldu.
Bu ülkede, hem de bilgi çağında milyonlarca cilt dînî ve ilmî eser hem de bir-iki gün içinde yakıldı, yok edildi. Zulme maruz bırakılma endişesi yaptırdı bunları. Yayınevi sebebiyle Kur’ân-ı Kerîm’ler, yazarları sebebiyle tefsir ve hadis mecmuaları, gayret mahsulü çeşitli kitaplar bağlara-bahçelere gömüldü, çöp konteynerlerine terk edildi, derelere saçıldı ve hatta musluk sularında eritildi. Din tüccarları eliyle din referans gösterilerek gerçekleştirilen tasallutlar saymakla bitmez.
Kanaatimce, başta genç nesillerimiz olmak üzere farklı ülkelere göç etmek durumunda kalmış insanlarımız açısından bakıldığında da konu biraz daha önem kazanıyor. Siyasal islamcıların nobran davranışları ve tahakkümleri altında preslenmiş olan hizmet fertlerinden fırsat bulabilenler dünyanın değişik ülkelerine pervaz ettiler. Sürgün vermek üzere. Bilhassa Avrupa ve Amerika kıtasına hicret edenler, bu ülkelerde son derece seküler bir yaşam tarzıyla karşılaştılar. Üstelik bu tarz o ülkelerin halkları tarafından da içselleştirilmiş idi.
Şahsen ben, özellikle yeni yetişen gençlerin, entegrasyon süreçlerinde zamanla inanç yorgunu haline gelmelerinden, maruz kaldıkları sarsıcı süreçleri dine ve dine ait değerlere fatura etmelerinden, bu değerleri sorgular hale dönüşmelerinden endişe ediyorum.
Başta namaz olmak üzere dinin pratik tarafını hiç olmadığı kadar önemsemek, Kur’ân ve Sünnet’e dair değerlere her zamankinden daha fazla sarılmak, beslenme kaynaklarımızı iyi değerlendirmek ve maneviyat kanallarımızı sürekli açık tutmak gerekiyor.
Teori planında son derece üretken olan ancak konu pratik sahaya geldiğinde, dini mükellefiyetlerinde son derece kaygısız davranan bir kitle ile yüzleşme tehlikesi sizin de uykularınızı kaçırmıyor mu?