Okuduysanız, Türk asıllı
Belçika güzelinin kanserle mücadele gönüllüsü olduğunu ve göğüslerini sigortalattığını biliyorsunuzdur, zira
gazete bu haberi sürmanşetinde, sağ köşeden kocaman görmüştü.
Habere bir lafım yok; güzel bir kadın, hayırlı bir iş yapıyor, bu arada vücudunu parasal güvenceye alıyor vesaire...
Gazete belli ki ziyadesiyle önemsemişti meseleyi, gözümüze sokuyordu; olabilir, soksun.
Başka bir haberi merak ediyordum ben.
O haberi gazetenin ön sayfasında aradım, aradım, aradım ve tam pes edip sayfayı çevirecekken, bingooooo, nihayet buldum.
Son anda akla gelmiş gibi,
yasak savar misali, tam da ‘ara ki bulasın’ dedirtircesine birinci sayfanın sağ alt köşesine sıkıştırılmış iki paragraf, tarihî nitelikteki kararı duyurmaktan ziyade gizliyordu:
“
Danıştay davası
İstanbul yolunda.”
Neyse ki, bu ülkede haber almak için
Hürriyet’e muhtaç değilsiniz.
Gazetenin söylemeye dilinin varmadığı; başlıkta da, başlığın altındaki iki paragrafta da gevelemenin ötesine geçemediği haber malumunuz:
Danıştay Cinayeti Davası,
Ergenekon Davası’yla birleştirilecek; Danıştay’ı basıp 2. Daire Başkanı Mustafa
Yücel Özbilgin’i öldürmekten mahkûm
Alparslan Arslan, Ergenekon sanığı olarak yeniden yargılanacak.
***
Hürriyet’in Ergenekon Davası’nın önemini teyit eden bir haberi saklamaya çalışması bugün artık birçoğumuzu şaşırtmıyor.
Hürriyet’i ve onun basındaki ideolojik şürekâsını belli bir süre takip etmiş olan herkes,
Türkiye’nin bir “
darbeler, darbe girişimleri, siyasi suikastlar, faili meçhuller ve kayıp cesetler ülkesi” olarak kalmasının biraz da bu gazetelerin gazetecilik yapmaması sayesinde mümkün olduğunu biliyor artık.
Hayır, ben de Hürriyet’e şaşırmadım.
Çünkü maalesef ben de nasıl gazetecilik yaptıklarını ve yapmadıklarını biliyorum.
Yine de, Hürriyet’in Danıştay Cinayeti’nin “kapanmış” gözüyle bakılan dosyasının yeniden açılması anlamına gelen ve Ergenekon suç örgütünün elini kana buladığı iddiasını kuvvetlendiren
mahkeme kararından duyduğu huzursuzluğa “malum karartmacılığın yeni bir örneği“ diye omuz silkemedim dün.
Açıp eski gazetelere baktım.
18
Mayıs 2006 tarihli Hürriyet’e mesela.
***
O günkü Hürriyet’in birinci sayfası tümüyle Danıştay Baskını’na ayrılmıştı.
“1
yargıç öldü, 4 yargıç yaralı” üst başlığının altında, “KAŞIYA KAŞIYA” diye bağırıyordu gazetenin manşeti.
Ve hemen devamında, Özbilgin’in ölümüne yol açan baskının siyasi anatomisini yapıyordu Hürriyet:
“Türban, her fırsatta toplumun gündemine sokuldu. Danıştay,
türbanla ilgili aldığı bir karardan sonra
hedef gösterildi.
Ve Türkiye’yi sarsan alçakça saldırıya davetiye çıkarıldı.”
Gazete kararını peşinen vermiş; cinayetin siyasi faturasını kesmişti.
Bununla yetinilmemiş, Genel Yayın Yönetmeni
Ertuğrul Özkök’ün “
Cumhuriyet’in 11
Eylül’ü” başlıklı yazısından geniş bir alıntıya da yer verilmişti birinci sayfada.
“Bu ülkede din üzerinden
siyaset yapmak çok, ama çok tehlikelidir” diyordu Özkök.
Danıştay saldırısının “dincilerin” işi olduğuna karar vermişti çoktan; laik yargının tam kalbinden vurulmasına siyasi zemin hazırladığını iddia ettiği hükümeti suçluyordu.
***
Hürriyet ve Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmeni 18 Mayıs 2006’da gazetecilik değil, ideolojik
propaganda yapmıştı.
Aynı Hürriyet ve aynı Genel Yayın Yönetmeni, 21
Nisan 2009’da Danıştay Cinayeti’nin devletin içine çöreklenmiş bir suç örgütünün marifeti olabileceğine işaret eden haberle ilgili olarak da yine gazetecilikten feragat etti; haberi saklama “hürriyeti”ni kullandı.
Neyse ki, bizim de Hürriyet ve şürekâsını okumama ya da en azından okuduğumuzda inanmama hürriyetimiz var.