“Acaba bu bayram, tanklar toplar yerine 50 yıllık kanlı oyunun kurbanlarının resimleriyle bir resmigeçit yapsak olmaz mı?” diye... “Çocukları ve torunları taşısalar resimlerini, katledilmiş
babalarının, dedelerinin...”
“Önce kayıp yakınları geçseler, sonra faili meçhullerin aileleri...”
“En önde yürüyen (
Sabahattin Ali’nin kızı) Filiz Ali, yarım asırlık bir kanlı bayrağı, yüzyıl sonunda yeni bir nesle devreder gibi kucağında (Ahmet
Taner Kışlalı’nın yeni doğmuş kızı) Nihan’ı taşısa...”
“Bu koca yetimler ordusunun naçar askerleri, al bayrağa sarılı tabutlar taşıyarak omuzlarında, ellerinde kırık kalemler, kopmuş kollar, parçalanmış gözlüklerle, şeref tribününde 50 yıldır gamsız oturanları selamlasa kendi dilinden...”
“Ve çocukça sorsa:”
“Neden?”
* * *
O yazıyı bana yazdırtan, hocam Ahmet Taner Kışlalı’nın katledilmesiydi.
10 yıl sonra, bu
buluşma gerçek oldu dün...
29
Ekim’de değil, ama
Babalar Günü’nde...
Düşünceleri, eylemleri, siyasi çizgileri nedeniyle öldürülen aydınların çocukları bir araya gelip babalar gününü “kutladılar”.
Etkinliğin adı:
“Benim babam bir kahramandı”.
Onlar, kahramanlara ihtiyaç duymayacak bir dünya uğruna can vererek kahraman olmuşlardı. Bir kısmı ise baba olma şansı bulamadan vurulmuşlardı.
* * *
Katılımcılar listesinde 18 aydının çocukları vardı.
İsimlerine bakınca, “Şimdi babaları yaşıyor olsa sadece
onların değil,
Türkiye’nin de kaderi nasıl değişebilirdi” diye düşündüm.
Doğan Öz yaşasa,
Ergenekon soruşturması 30 yıl gecikir miydi?
Öz’ün raporu ciddiye alınsa
Abdi İpekçi, Cevat Yurdakul, Prof. Cavit Orhan Tütengil, Ümit Kaftancıoğlu 15 ay içinde peş peşe katledilir miydi?
Onların failleri yakalansa, Uğur
Mumcu öldürülür müydü?
“Kimse Kürtleri Türkiye’den ayıramaz” diyen
Musa Anter yaşasa...
“
Avrupa’ya girsek de girmesek de adam gibi bir demokrasiyi bu ülkede el ele üreteceğiz” diyen
Hrant Dink hayatta olsa...
Dinin siyasallaştırılmasına
isyan eden Bahriye
Üçok bombalanmasa, bugün Türkiye farklı bir yerde olabilir miydi?
Şu sancılı 2000’lerde yetişenler
Ahmet Kaya’yı, Nesimi Çimen’i dinleyebilseler, Metin Altıok’un,
Behçet Aysan’ın yeni şiirlerini okuyabilseler, kendilerini böyle yalnız, böyle savunmasız hissederler miydi?
* * *
Dolunay Kışlalı’yı Zeynep Altıok’a, Meryem Göktepe’yi, Nükhet İpekçi’ye, Bengi Heval Öz’ü Ali Naki Kaftancıoğlu’na bağlayan, sadece Türkiye’nin en çalkantılı döneminde dik durmuş, toplumun sesi olmuş kahramanların çocukları olmaları değil... Aynı zamanda, hepimizi yetim bırakan bir kanlı ilişkiler ağının kurbanları olmaları...
Bu aydın kıyımı, onları babalarından, bizi de Türkiye umudundan etti.
O yüzden şimdi onların buluşması bir toplu ağıttan çok, yeni bir umut anlamı taşıyor.
Onlar, Mazlum Çimen’in dediği gibi “toplumun hafızasını cilaladıkça”, (belki Nükhet İpekçi’nin dediği gibi “tetikçilerinin çocuklarıyla birlikte”) yeni bir kurbanın başucunda ya da bir
duruşma salonunda birilerine “Ne yaptınız bize” diye
hesap sordukça, hem Türkiye yitik kahramanlarını hatırlayacak hem de yeni kurbanların önüne ortak bilinçten bir set kurulacaktır.
Bunun eksikliğinde, vicdanen yetimiz biz de.