Fakat bu konuda bir askeri mahkemenin,
yayın yasağı getirmesi; hem, şaşırtıcı oldu öe hem de, hayal kırıklığı yarattı. Zira Sayın
Genelkurmay Başkanımız'ın, son dönemlerdeki beyanat ve tutumu; artık, bu türden şeyler olmayacağı izlenimine ulaşmama yol açmıştı.
Bugünkü yazımda; elbette; bu yasağın çerçevesinin içinde kalmak üzere, bir şeyler kaleme almak istiyorum. Aslında, bugün yazacaklarım; önceden değindiğim kimi konular olacak ama galiba bunları yeniden dile getirmek gerekiyor. Bu arada, "
Fethullahçı" diye cemaat olamayacağı ve bunun, "şirk" sayılacağı; Sayın Fethullah
Gülen tarafından ısrarla vurgulanıyor. Ama birileri, bu "Fethullahçı" tanımlamasında ısrar ediyorlar.
x x x
Bir avukatın yazıhanesinde bulunan bu "plan",
Taraf gazetesi tarafından gün ışığına çıkartılınca, bir yakınım; "Sence bu türden işlerde kim haklı?" diye sordu.
"Her iki taraf da haklı olabilir" yanıtını verince; "O ne demek?" yanıtını aldım.
Tabii, tarafların "haklı" olabilmeleri, kendi anlayışları çerçevesinde değerlendirilmeli. Farklı bilgi, anlayış ve
inançlar; her iki tarafı da haklı gösterebiliyor. Fakat ilk bakışta; demokratik bir biçimde oluşan bir meclise de, bir hükümete de, karşı çıkmanın ve
silah zoruyla değiştirmenin hesaplarını yapmanın, hiçbir haklı tarafı olamaz. Ayrıca, kanunsuz hiçbir faaliyeti saptanmayan; bir "inanç grubunu" ortadan kaldırmaya çabalamanın; hiçbir açıklaması yoktur...
Ancak bu köşede, defalarca ve defalarca dile getirdiğim; toplumsal bir olgu var. Türk halkının, azımsanmayacak bir oranı; günümüz Türkiye'sinde, bir
İslam şeriatı düzeni hazırlığı olduğunu düşünüyor.
Bu konuda, fevkalade ciddi bir "bilgi kirliliği" de yaratılmış durumda. Hatta biraz daha ileri giderek şunu söyleyebiliriz ki; özellikle yazılı basınımızda, haber ve fotoğraf çarpıtarak;
militan provokasyonlara girişenler de var.
Örneğin; ben kendimi bildim bileli, Anadolu'nun pek çok vilayetinde;
Ramazan ayında, resmi dairelerin yemekhanelerinde, "tadilat ve tamirat" başlar.
Oruç tutmakta, çok eksikleri olan biri olmama karşın; bu tutum, hoşuma gitse de gitmese de buna alışmış durumdayım. Fakat kimi gazetelerimiz, böyle bir tutumu,
AK Parti'nin
iktidarda olmasına bağlıyorlar... Bu türden olayları çoğaltmamız mümkün.
x x x
Türkiye'de, bir İslam şeriatı düzeni tehdit ve tehlikesi görenler; sayısal olarak ciddi bir
azınlık olmalarına karşın; gelir ve özellikle eğitim açısından, toplumumuzun ciddi bir oranını temsil ederler. Bu insanların, bu türden endişelerinin ortadan kaldırılması ya da en azından bu konuda biraz gayret edilmesi gerekirdi. AK Parti hükümeti bu konuda yetersiz kaldı.
Hatta tam tersine, bu konudaki endişeleri,
tahrik eden kimi söylemler dile getirildi. Örneğin; genelde, çok yumuşak ve sevimli bir tutum sergileyen çok üst düzey bir AK Parti yöneticisi; "Demokrasi, çoğunluğun yönetimi olduğuna göre; halkımızın çoğunluğu, bir İslam şeriatı düzeni isterse;
demokrasi gereği İslam şeriatı düzeni kurulması gerekir..." diyebiliyordu. Oysaki bu anlayış; hem Adnan Menderes'in hem Demokrat Parti'nin ve hem de o günlerde ilk adımlarını atmaya çabalayan Türk demokrasisinin felaketi olmuştu.
Ve bugün, bir İslam şeriatı korkusunu yaşayanlar; gözlerini
doğal olarak orduya dikmiştir ve ordudan bir şeyler beklemektedirler. Aslında; bu sütunda defalarca ve defalarca vurguladığım üzere; günümüz Türkiye'sinde kendini Atatürkçü ve laik olarak tanımlayan insanların kafalarının bir köşesinde "
Ordu şeriat düzenine izin vermez" düşüncesi vardır ve bu düşünce (bence de) doğru ve rahatlatıcı bir düşüncedir. Fakat halkımızın bu korkusunu istismar etmek ve bu korku üzerinden kendilerine bir iktidar yolu açmak isteyenler de vardır ve son dönemlerde bunların çok sayıda örnekleriyle karşılaşmaktayız.
x x x
Yukarıda sözünü ettiğim yakınıma; "her iki taraf da haklı olabilir" derken; kafamın arkasındaki düşünce buydu. Gene yukarıda değindiğim "bilgi kirliliğinin" sonuçlarından biri olarak; toplumumuzdaki Atatürkçü ve laiklerin önemli bir bölümü, Türkiye'nin de ikinci bir
İran olabileceğini düşünmekte ve bundan korkmaktadırlar. Ülkeler arasındaki "birikim" farkları ve farklı
İslamiyet anlayışlarını hiç akıllarına getirmeden ciddi bir endişe duymaktadırlar.
Bu insanlar "Ordu gelirse 20 yıl yitiririz; İslamcılar gelirse 100 yıldan önce gitmezler" gibisinden dudak uçuklatıcı senaryolara inanmaktadırlar.
Ve bu arada, yardımcı roller de hazırdır. Müslim gibi, Kalkancı gibi eski "aktörler" unutturulmuş; İskender Evrenesoğlu, Ömer Öngüt gibi yeni aktörler hazırlanmıştır. Biri, "yücelerle" konuşmakta; diğeri "
organ bağışını" cehennemlik bir günah olarak değerlendirmektedir.
Türk aydınına bunlar yutturabilinir mi?..
İşte tüm bu koşullar altında; AK Parti hükümetini "silmek" isteyenler; kendilerince de olsa "haklı" olabilmektedirler. Fakat Sayın Gülen'e dil uzatanların dayandıkları hiçbir nesnel gerekçe yoktur. Onları da, Tanrı'ya
havale etmekten başka yapabileceğimiz bir şey (maalesef) yok...