Ben de o münasebetle demiştim ki: 624 yıllık
Osmanlı İmparatorluğu döneminde de, 77 yıllık
Cumhuriyet devrimizde de
Türkçe bayrağımızı 115
yabancı ülkede dalgalandıramamıştık.
Türkiye’de 25
Mayıs’ta çıkan yazımdan sonra, benim çok bilmiş (!) belalı okuyucum,
gazete yetkililerine bir şikayet mektubu döşenmiş. TRABZONLU GENÇLER uydurma ibaresiyle gönderilen mektupta denilmişki: “
Yavuz Bülent, 624 yıllık Osmanlı tarihimize
hakaret ediyor! Eğer onu gazetenizden derhal kovmazsanız, biz de Trabzonlu
gençler olarak Türkiye’yi almayacağız, okumayacağız. Bu Trabzonlu gençlere göre: At üzerinde gittiğimiz ülkelerde zaten Türkçe konuşuluyormuş. Ben nasıl böyle bir
iftira atabilir mişim!
Bana göre bu mektubun asıl muhatabı, gazetemizin değerli baş yazarı, benim de sevgili ağabeyim
Yılmaz Öztuna olmalı. Çünkü O, 14 ciltlik Büyük Türkiye Tarihi’nde ecdadımızın at üzerinde 115 ülkeye gittiğini ve oralarda Türkçe konuşulduğunu yazmıyor. Veya yazdı da ben göremedim veya tarihimizi, dilimizi bu Trabzonlu gençler kadar bilmiyoruz. Sadece o değil, hiçbir tarihçimiz, bu Trabzonlu gençler kadar uyanık değil. Eğer benim için yazılı o şikayet mektubunu gerçekten bir kısım Trabzonlu genç yazmışsa bu noksansız bir
Temel Reis fıkrasıdır ki insanı katıla katıla güldürebilir. Yok eğer benim o mâlum belalı okuyucum tarafından kaleme alınmışsa, adam mazurdur. Yani özürlüdür. O her şey yazabilir. Ama bu gazetenin dikkatli okuyucuları bilirler ki, bırakın 115 ülkede,
Türk okulları açmamızı,
Selçuklu İmparatorluğu devrinde de, Osmanlı’nın en şanlı dönemlerinde de zaman zaman ilim dilimiz
Arapça, edebiyat dilimiz
Farsça olmuştur. Divan edebiyatımız (bizim olmakla birlikte)
halktan kopmuştur. Türkçeyi tekke debiyatımız, halk şairlerimiz yaşatmışlardır. Selçuklu’da da, Osmanlı’da da Arapça ve Farsça bilenler, Türkçe bilenlere
tercih edilmişlerdir.
Böyle olduğu için Karamanoğlu Mehmet Bey: “Şimden giru hiç kimesne, kapuda ve divanda ve mecalis ve seyranda Türkî dilinden gayri dil söylemeye!” diye bir ferman çıkarmak mecburiyetinde kalmıştır.
Türk asıllı
Tokatlı Lâli, çok iyi Farsça öğrenmiş ve Osmanlı sarayına kendisini Fars olarak tanıtınca büyük itibar görüp saraya alınmıştı. Günün birinde Lâli’nin Türk olduğu anlaşılınca
tekme tokat dışarı atılmıştı.
Nasuhî mahlaslı bir başka halk şairimizin şikâyeti çok dikkat çekicidir:
“Ey Nasuhî sana yer yok âlemde,
Yürü vargel Arabdan ya Acemden”
Benden önceki neslin hendese kitaplarındaki şu tariften o çok bilmiş Trabzonlu Gençler acaba ne anlıyorlar: “Mütesaviyen mudalla bir müsellesin, re’sinden gaidesine indirilen hat-ı müstakim gaideyi iki müsavî parçaya taksim eyler!”