Bu skandal konuşmaların biri
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı Sayın
Abdurrahman Yalçınkaya’ya, ikincisi ise
Genelkurmay Başkanı Sayın
İlker Başbuğ’a ait.
Sayın
Cumhuriyet Başsavcısı’nın tuhaf demeciyle ilgili olarak basında biri Prof. Dr.
Seyfettin Gürsel’in (Referans gazetesi), diğeri de
Emre Aköz’ün iki çok önemli yorum yazısı çıktı, bu konuya tekrar döneceğim.
Ancak,
Cuma günü
Taraf gazetesinde yayınlanan ve
AK Parti ile
Fethullah Gülen cemaatini çökertmeye matuf bir
psikolojik harp planı haberi ve bu haberin hemen arkasından gelen askeri
mahkeme çıkışlı
yayın yasağı Genelkurmay Başkanı Sayın
İlker Başbuğ’un
Washington konuşmasını bir kez daha ele almaya beni mecbur etti.
Sayın Başbuğ, tekraren yazıyorum, Washington Büyükelçiliği’mizde yaptığı basın toplantısında kürt meselesine ilişkin bireysel hakların ötesinde bir konuya izin vermeyeceklerini ifade etmiş idi.
Bendeniz de geçen hafta Pazartesi günü bu sütunda yazdığım yazıda, kürt meselesine ilişkin bakışları, grup hakları konusundaki kanaatleri ne olursa olsun, Sayın Başbuğ’un
TBMM yetki alanına
tecavüz niteliğindeki (izin vermemek) bu konuşmasına siyasetçilerin usul açısından
itiraz etmelerinin şart olduğunu ifade etmiş idim.
Arkasından 2009
Nisan tarihli psikolojik harp dairesi (adı şimdi değişik galiba) raporu Taraf’a yansıdı ve söylediğimin siyasetçiler açısından ne kadar önemli olabileceği umarım anlaşıldı.
Sivil irade, TBMM tüzel kişiliği,
siyasi partiler ve hatta en milliyetçi, en askerci parti bile çağdaş bir
sivil-asker ilişkisi için mücadele etmezler ise günün birinde bir psikolojik harp operasyonuna maruz kalabilirler.
Tam da bu nedenden Sayın Başbuğ’un Washington konuşmasına itiraz hatta ciddi bir tepki parlamenter onuru kurtarmak için şart idi.
TBMM Başkanı Sayın Köksal Toptan Washington konuşmasına tepki vermedi ama Cuma günü gördü ki TSK’nın (diyelim bir hizbinin) kendisini TBMM’ye taşıyan yasal parti için yasadışı, etik dışı yıpratma girişimleri var.
Sayın Toptan ve Sayın
Başbakan bu durum karşısında acaba ne yapacaklar doğrusu merakla bekliyorum.
Şayet muhalefet partileri de bir parça siyasi etik sahibi iseler, AK Parti ya da Gülen cemaati ile aralarında olan
doğal anlaşmazlıkları geçici olarak rafa kaldırıp bu skandala tepki vermek zorundalar.
367 konusunda
Demokrat Parti ve
ANAP ve o dönemin liderleri
Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde TBMM’ye girmeyerek meşruiyet dışı kaldılar ve seçmenden misli görülmemiş bir şamar yediler; yapmaları gereken TBMM’ye gelmek ama Sayın Gül’e itiraz etmek, aleyhte oy kullanmak olmalı idi, olmadı ama sonuçlarına ömür boyu katlanacaklar.
Bugün de benzer bir durum var.
Şayet tüm muhalefet partileri bu iki skandala yani Washington konuşmasına ve Nisan 2009 tarihli bu tuhaf rapora itiraz etmezler, geçici olarak AK Parti ile olan husumeti bir kenara bırakmazlar ise siyasi meşruiyetleri sona erecektir, benden söylemesi.
Bir
futbol takımı
rakip takımla mücadele eder; ama bu mücadele sırasında birileri sahayı bozmaya kalkarsa iki takım önce birleşip sahayı kurtarırlar, sonra mücadele yeniden başlar.
Geride olan takım sahanın bozulma gayretini fırsat bilip futbolü, sahayı müdafaa etmez, tavrını önce futbolden yana koymaz, sahayı dağıtanla birlik olur ise o takım bir daha sahaya çıkamayabilir, bunu unutmayalım.
Askeri Mahkeme’nin Cuma günkü yayın yasağı da kabul edilebilir bir şey değil; bir asker hakim, sicil amiri askerler olan bir hakim sivillerin ne yazamayacağına karar veriyor.
Tüm basın, çift başlı yargı garabeti üzerinden, bu anomaliyle de mücadele etmez ise çift başlı yargı kepazeliğine karşı çıkmayanların da yazma meşruiyeti tehlikeye girebilir, yine benden söylemesi.