Bu yazıyı size
Brüksel’den yazıyorum.
Avrupa Komisyonu, bir grup
gazeteciyi, Brüksel ve
Berlin’e davet etti.
Zamanlaması önemli, zira geçen hafta
Avrupa Parlamentosu seçimi vardı. Bu seçimlerin sonucu,
Türkiye’nin zaten çok zor ilerleyen AB ilişkilerini etkileyecek.
Önce
Olli Rehn ile randevumuz vardı. Bugün de
Alman Dışişleri bakanı Steinmeier’i göreceğiz. Aslında bu iki kişi yakında görevlerinden ayrılacaklar. Rehn yeni Komisyon’da Genişleme dosyasını bırakıp, başka bir koltuğa geçecek.
Steinmeier belki de
Eylül ayındaki seçimlerden sonra koalisyondan düşecek. Ancak her ikisi yine de Türkiye açısından önemli pozisyonlarda bulunacaklarından dolayı, yeni durumla ilgili görüşlerini öğrenmek çok bilgilendirici olacak.
Parlamentonun yeni manzarası
Avrupa Parlamentosu seçim sonuçlarını ilerde daha uzun uzun tartışacağız. Ben bugün ön saptamaları size yansıtmakla yetineceğim.
Her şeyin başında, 27
ülkedeki katılımın ortalama yüzde 40 civarında kalmasının yarattığı bir hayal kırıklığı var. İnsanlar hala Avrupa sorunlarını tartışmıyor. Hala milli
politikalar ve milli tartışmalar ön planda. Bu defaki seçimlerde yaşanan
ekonomik kriz de çok etkili oldu.
Seçimlerin genel bir ön değerlendirmesi yapılırsa, şu saptamalarla karşılaşılıyor:
- Türkiye’nin tam üyeliğini destekleyen ve “Türk cephesi” adı verilen, Sosyal Demokratlar kaybetti. Liberaller beklendiği kadar iyi sonuç alamadılar. En başarılı olanlar ise Yeşillerdi.
- Buna karşı genelde Sağ partiler kazandı. Muhafazakarlar-Milliyetçiler-Yabancı düşmanlığı yapan fanatikler
sandalye sayılarını arttırdılar. Avrupa halkı ekonomik krizde sol partilerden çok muhafazakarları
tercih ettiğini ortaya koydu.
- Genelde “Genişleme süreci” önemli
darbe aldı. İnsanlar AB’nin daha da genişlemesini istemiyorlar. Dolaylı olarak Türkiye’nin durumu biraz daha zorlaşacak. Yine de “Türk cephesi” hala, Türkiye’yi parlamentoda koruyup kollayacak güce sahip. Hayatımız biraz daha zorlaşacak, ancak yine de Türkiye dostları gereken desteği verecekler.
Bakalım bu sonuçlar gerçekten tahmin edildiği gibi mi çıkacak. Önümüzdeki günlerde Brüksel izlenimlerimi size yansıtmaya devam edeceğim.
Vah
Özdemir İnce vah...
Esas işi
şair, yazar veya
öğretim üyesi olan bazı kişilerin,
dış politika yorumculuğuna soyunmalarına bayılırım. Kulaktan dolma bilgileri bir araya getirirler, aldıkları genel kültürün parçalarını buna eklerler, hele biraz da
yabancı dil bilip gazete okudular mı, tamam. Artık ahkam kesebilir ve Uluslararası gelişmelerdeki öngörülerini herkes ile paylaşmaya başlarlar.
Artık önlerindeki kapılar açılmıştır.
Ne kadar
uçuk komplo teorisi üretebilirlerse, kendilerine güvenleri öylesine artar.
Bana bunları çağrıştıran,
Hürriyet köşe yazarı sayın Özdemir İnce’nin 5 haziran tarihli yazısı. Tabii ben kendilerini yukarda saydığım nitelemelerin dışında tutmak isterdim, ancak baktım ki Sayın İnce de artık “olmuş”.
“Ben olacakları Mehmet Ali
Talat seçilirken de,
Annan referandumundan da önce yazıyordum...” diyor.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, medyum gibi böylesine uzak görüşlü insanlardan neden yararlanamıyor, kendi kendime üzüldüm.
Sayın İnce yazısında, benim 22.4.09 tarihli yazımın başlığı olan “
Kıbrıs’ı düğümlediği için AB’ye bravo”cümlesine dikkat çekiyor ve AB’nin Kıbrıs’taki tutumunu sert şekilde eleştirmemi yerden yere vurduktan sonra “...Efendim, dağ fare doğurduktan, umut dağlarına kar yağdıktan sonra biliyorsunuz neyin ne olduğunu?...Önemli olan, olacağı, olmadan görmek, olacak olanı önceden haber vermektir. Ben olacakları çok önceden yazıyordum... M.Ali
Birand, benim dış siyasetten zerre kadar anlamadığımı söylüyordu, beni küçümseyerek...M.Ali Birand hayal kırıklığı içinde bir zamanlar körü körüne desteklediği Avrupa Birliğini yerden yere vuruyor...”
Benim Sayın İnce’yi küçümsemem söz konusu olamaz. Ayrıca hiçbir görüşü küçümsemem. Küçümsemek akılsızlara özgü bir niteliktir. Ancak, Sayın İnce’nin zerre kadar dış politikadan anlamadığı görüşümde ısrarlıyım ve bu yazısı da onun tam kanıtı.
Sayın İnce, dış politikayı statik, değişmezleri olmayan bir kavram olarak görüyor. Daha da kötüsü, bir projeyi desteklemeyi, onu körü körüne ve sonuna kadar desteklemek gibi görüyor. Ben hala, Türkiye’nin gerçek kurtuluşunu ne AKP politikalarında, ne Askeri müdahalelerde görüyorum. Eğer Türkiye, demokrat, liberal, zengin ve temel özgürlüklere saygı duyulan bir ülke olacaksa, bunun ancak AB’ye tam üyelikle gerçekleşebileceğine inanıyorum.
Ancak bu inancım, AB’nin kimi abuk sabuk politikalarını, yanlışlarını eleştirmemek anlamına gelmez. AB projesini desteklerim, ancak hatalarını yüzlerine vururum.
Sayın İnce, her şeyi çok önceden gördüğü ve gerçek bir dünyada değil de, kendi yarattığı bir başka dünyada yaşadığından dolayı, birçok konuya farklı bakıyor.
Bu da tabii onun tabii hakkı.
Yeter ki, ne demek istediğini biraz daha nüanslı anlatabilse, bizler de yararlanacağız.