Hatırlayacağınız gibi
Denizkurdu tatbikatı, bütün gazetelerin aksine, bizim gazetede yeterince değerlendirilememişti. Yazı işlerindeki
arkadaşlarımıza biraz sitem ederek 'Niçin bu haberi atladınız?' dediğimi siz değerli okurlarımızla da paylaşmıştım.
Aralarında askerliğini
komando olarak yapmış ve çağırılsa her an koşarak kışlaya gidecek bir arkadaşımın
akreditasyon uygulaması nedeniyle duyduğu burukluğu anlatmıştım. Aslında genel hissiyat da anlamlı bir kırgınlığı ifade ediyordu. Arkadaşların vatanseverliğine vurgu yaparak, bu karmaşık psikolojiyi sizlerle paylaşmıştım. 'Terörist de insandır' diye açıklama yapan
Genelkurmay Başkanı
İlker Başbuğ için de 'Keşke Başbuğ da orada olsaydı da bu
yiğit insanlarda açılan yaranın derinliğini bizzat görebilseydi' şeklinde özetleyebileceğim bir yazı kaleme almıştım...
Hafta içinde önemli bir gelişme yaşandı. Resmî temaslarda bulunmak için
Washington'da bulunan
Orgeneral İlker Başbuğ, bir
basın toplantısı düzenledi ve Washington temsilcimiz Ali
Halit Aslan'ı da bu toplantıya davet etti. Ali Bey, izlenimlerini Dış Haberler sayfamızda kaleme aldı. Ayrıca toplantıda konuşulanları da genişçe haber yaptı. Bizim yazı işleri de haberi sürmanşetten kullandı. Çok uzun zamandan beri ilk defa bir Genelkurmay haberine gazetede çok geniş yer verildi; haberle ilgili izlenim oldukça detaylı nakledildi. Baktım; haber internette en çok okunan haberler arasına girmiş. Matbaadan çıkan gazetede de durum bundan farklı olamaz. Eminim Zaman okuru, ilk defa doğrudan bilgi almanın farkındalığı içinde haberi bütün ayrıntılarıyla okudu.
İşte tam bu noktada durup düşünmek gerekiyor. Bir hafta önce önemli bir tatbikat yapılmış, haksız uygulamalara karşı üzüntü duyan yazı işleri, bu haberi yeterince değerlendirememişti. Dolayısıyla da o önemli tatbikattan (800 bini aşkın gazetenin her birini ortalama 3 insan okuyorsa) milyonlarca insan haberdar olamamıştı. Kime yaramıştı bu durum? Değer miydi bu tarz bir
iletişim hatasına sebep olmak? Tabii ki hayır! Zaten bu adaletsiz uygulama, bugünkü
Genelkurmay Başkanı'nın bir hatası değildi. 28
Şubat döneminde aklın hudutları zorlanırken yanlış bir yola girilmiş; daha sonra da oradan çıkış büsbütün zorlaşmıştı. Başbuğ, büyük eleştirilere neden olan akreditasyon uygulamasının kaldırılması konusunda doğru adımlar atarak önemli bir mesafe almıştı. Devamının gelmesi gerekiyordu...
Bir hafta önceki iletişim kazasının aksine Washington'da doğru bir yol izlendiği kesin. Washington temsilcimizin Genelkurmay Başkanı'nın toplantısına katılması ne ordumuza bir şey kaybettirir ne de basınımıza. Tersi bir durumda da ne TSK bir şey kazanır ne de Türk medyası. Bu gerçeği belki de
test etmek gerekiyordu. Ve test edilmiş oldu. Ali Halit Bey, toplantı salonundaki yerini aldı, gazetecilik görevini yaptı. Toplantıdan aldığı bilgileri kamuoyuyla paylaştı. Fena mı oldu? Dün Hürriyet'te
Enis Berberoğlu da bu hususa çok güzel temas etti.
Türk ordusunun itibarına gölge düşürecek durum; geniş bir toplantıya gazetecileri çağırırken hiçbir ayrımcılık yapmadan herkesi davet etmek midir, yoksa basın özgürlüğüne gölge düşürerek 2 bin yıllık bir ordunun milleti küstürmesine sebep olmak mıdır?
Geçen hafta da söyledim; meseleyi sadece bir gazetenin akredite edilmesine indirgemek yanlış olur. Zaten maksadım da 'Aman ne olursunuz bizi akredite edin' demek değil. Çünkü gazetelerin asıl akreditasyonu milletin elindedir. Ancak ordusuyla hiçbir problemi olmayan, illegal hiçbir faaliyette bulunmayan, gazetecilik gibi çok önemli bir mesleği doya doya yapabilmek için var gücüyle çalışan insanların kalbini kırmak doğru bir yaklaşım biçimi değildir; bunun hiçbir kuruma faydası olamaz; hele milletin '
peygamber ocağı' diye sevgi beslediği bir kuruma faydası asla düşünülemez.
İlker Başbuğ, göreve geldiği günden beri
demokrasi üzerine vurgular yapıyor, demokratik sürecin altını çiziyor. Askerliğin 'halka
hizmet' olduğunu beyan eden bir liderin cesur adımlar atması, halkın tamamını kucaklayacak açılımlar yapması kaçınılmaz. Bu nedenle Washington Zaman temsilcisini toplantısına davet etmesi manidar. Bu davranışıyla hiçbir şey kaybetmedi; aksine çok büyük bir sempati kazandı. Haberi duyduğumda aklıma ister istemez şu cümle geldi: Keşke geçen hafta bahsettiğim komando arkadaş da orada olsaydı da yüreğindeki burukluk belli bir oranda da olsa
tamir edilseydi! Olsun! İnanıyorum ki Ali Halit Bey'le empati yapmıştır. Zaten işin sırrı da burada: Empati! O güzel duyguyu herkes yüreğinde hissettiğinde bu
ülkenin daha büyük mutluluklar
vaat etmesi kaçınılmaz...
Bari
Fransızlardan
ders alalım
Hafta içinde büyük bir trajedi yaşandı.
Air France uçağı ile bütün bağlantılar
Atlantik Okyanusu üzerindeyken kesildi. Günlerce
uçaktan haber alınamadı. Böyle büyük olayların devlet tarafından nasıl idare edildiği de çok önemli; hadiseye ülke basınının yaklaşım biçimi de. Maalesef bizd
e devlet panik yapıyor, medya ise bir anda felaket tellalı kesiliyor. Alelacele ve sorumsuz yayınlar yapılıyor.
Fransa'da yaşanan ve 228 kişinin ölümüne neredeyse kesin gözüyle bakıldığı olaya devlet nasıl yaklaştı, medya nasıl bir tavır sergiledi? Bu tür soruları Fransa muhabirimiz Ali
İhsan Aydın'a sordum. Aldığım cevabı, harfine dokunmadan yayınlıyorum. Umarım tez canlılık nedeniyle nice canlar yakan sorumlu kişilere bir ibret dersi olur...
Atlantik Okyanusu üzerinde yaşanan ve hâlâ ne olduğu anlaşılamayan
uçak kazası, Fransızların
kriz yönetimi konusundaki farklı yaklaşımını ortaya koydu. Air France, özellikle acı içindeki yolcu yakınlarını medyadan korumak için ciddi önlemler aldı. Fransız televizyonları da "yaslarına saygı" amacıyla yolcu yakınlarının perişan hallerini ekranlarına taşımadı. Air France, felaketi yolcu yakınlarına sağlıklı bir şekilde verebilmek için haberi hemen duyurmadı. Air France uçağı, öğleye kadar rötarlıymış gibi gösterildi. Bu sırada, yakınlarını karşılamak için havaalanına gelen kişiler, fark ettirilmeden, doktorlar ve
psikologların hazır bulunduğu özel bir alana davet edilerek toplandı. Yolcu yakınları, kaybolma hadisesi ve sonraki gelişmeler hakkında burada bilgilendirildi.
Bu esnada, televizyon kameraları ve fotoğrafçılar kesinlikle bu alana yaklaştırılmadı ve bu şekilde; ağlayan, bağırışan yolcuların yakınlarının perişan hallerinin çekilmesine müsaade edilmedi. Yayınlarını gün boyu kaybolmaya ayıran haber kanallarında veya ertesi günkü gazetelerde yolcu yakınlarının kendini kaybetmiş halleri yayınlanmadı. Air France idaresi, bir
bildiri yayımlayarak gazetelerin ve televizyonların haber merkezlerinin "yolcu yakınlarının yaslarına" saygılı olmalarını istedi. Bu çağrıya olumlu
cevap veren Fransız kanalları, özellikle ilk gün hiçbir yolcunun veya yakınının görüntüsünü yayınlamadı. Bunun yerine, örneğin uçakta ondan fazla çalışanını kaybeden bir şirketin yöneticisi ve çalışanlarının açıklamalarına yer verildi.
Yolcu yakınları, haberin duyulduğu
pazartesi akşamı ise havaalanının hemen yanındaki bir otele yerleştirilerek desteğe devam edildi.
Medyanın giremediği polis kontrolündeki otelde doktor, psikolog,
gönüllüler ve havaalanında görev yapan din adamlarının yolcu yakınlarına
yardım ettiği ve
destek olduğu bildirildi.
Paris'te alınan önlemlerin dışında Fransa'nın değişik yerlerindeki yolcu yakınlarının aileleri için de benzer girişimlerde bulunuldu. Ertesi gün ise ölen yolcular için Paris'teki Notre Dame de Paris Katedrali'nde, bütün dinlerin temsilcilerinin katıldığı dinî bir
tören düzenlendi.
Müslüman yolcular içinse Büyük Paris Camii'nde
küçük çaplı bir tören gerçekleştirildi.
Air France, olayın ardından bir hafta geçmesine rağmen hâlâ yolcuların isim listesini kamuoyuna açıklamadı. Sadece yolcuların hangi milletten olduğunu duyuran
firma, yolcu isimlerini ancak ailelerin açıklayabileceğini gerekçe gösteriyor. Air France, kazada ölen mürettebatın da sadece
teknik ve meslekî bilgilerini duyurdu, isim veya fotoğraflarını vermedi.
Kazadan birkaç gün sonra Le Parisien gazetesi, yolcuların soyadlarını vermeden isimlerini yayınlarken
Le Monde gazetesi ise bazı yolcuların fotoğraflarını yayınlayarak, haklarında bilgi verdi. Fakat bu bile, medya çevrelerinde ve özellikle internet forumlarında tepkilere ve tartışmalara neden oldu. Le Monde'un söz konusu fotoğrafları,
Facebook gibi, zaten herkese açık ortamlardan aldığı belirtilerek hukukî açıdan sorun olmadığı ifade ediliyor.
Fakat, Fransa'daki yaklaşımın aksine Brezilya'da gazetelerin, yolcuların ve yakınlarının fotoğraflarını yayınladığı bildirildi.