İctihad, "konu ile ilgili âyet ve hadislerden (naslardan) amele dair hüküm (farz, vacib, mekruh,
haram, şart, rükün…) çıkarmak için alimin yaptığı çaba" olarak
tarif edilir. Yalnızca bu
tarife bakarak dahi "ictihadın, nassın bulunduğu yerde" de yapılacağı sonucunu çıkarmak mümkündür. Naslarda (
ayetlerde, hadislerde) bir konu (mesela bir olayın hükmü) açıklanırken daima aynı üslub kullanılmamıştır; apaçık, üstü kapalı, detaylı, detaysız, doğrudan, dolaylı… anlatımlar vardır. Bir konu ile ilgili birden fazla nassın bulunduğu ve bunlar arasında bazen birbirini açıklama, bazen de –ilk bakışta- çatışma ilişkisi bulunduğu da görülür. İşte bütün bu açıklama çeşitleri içinden belli bir meslenin dindeki hükmünü çıkarıp ortaya koymak için yapılan ilmi çalışma ictihaddır ve bu ictihad, nassın bulunduğu yere yapılan ictihaddır.
Nassın bulunduğu yerde yapılan ikinci ictihad çeşidi "mesalih: fayda-zarar, ihtiyaç, zaruret" esasına dayalı ictihaddır. Müctehid, hakkında nas bulunan bir meselenin, bir olayın, bir ilişkinin uygulanmasında güçlük,
uygulama alanının geçici durumu yüzünden zarar, nassa aykırı uygulamada zaruret olup olmadığını araştırır ve bazı durumlarda "konu ile doğrudan ilgili naslara aykırı" olan, ama
Kitap ve Sünnet'in genel ilkelerine, dinin gayesine uygun bulunan hükümler çıkarır ve bunlarla
fetva verir.
Üçüncü ictihad çeşidi nassın bulunmadığı yer ve durumlarda yapılan ictihaddır ki, bu genellikle "kıyas" şeklinde uygulanır ve Mecelle'ye de girmiş bulunan "mevrid-i nasta ictihada mesağ yoktur: nassın bulunduğu yerde ictihad yapmak caiz değildir" cümlesi işte bu çeşit ictihad içindir; çünkü nas varsa, bunu yok sayıp başka bir konu ile ilgili nassın hükmüne kıyas yapmak gereksiz olur. Ama bu durumda da gerektiğinde, yukarıda zikredilen "delaleti belirleme, mesalihe riayet etme" ictihadları yapılır.
İctihadı ancak ehli olan; yani ilmi ve ahlakı ile dini hükümleri kaynağından çıkarmaya ve fetva vermeye yetkisi bulunan kimseler yapar. Günümüzde ve ülkemizde, yetkisi/yeterliği olmadığı halde ictihad edenler bulunabilir, bunları engellemek de liberal demokratik ortamda mümkün olmaz, ama telaş etmeye de gerek yoktur; çünkü bu gibi kişiler ve onların "fetvaları" kabul görmez,
köpük gibi -televizyonlarda, diğer yayın organlarında- bir süre kabarır, kocaman ve parlak gözükür, ama kısa zamanda sönüp gider ve yalnızca yapanların kötü şöhretleri devam eder.
Bir zamanlar "ictihad kapısının kapalı olduğu, bundan sonra müctehid yetişmeyeceği, eskilerin ictihadlarının feza çağında bile yeterli olduğu, onları tekrarlamaktan başka bir şeye ihtiyacın bulunmadığı" söylenir dururdu; bu ilme ve dine aykırı hurafe önce teorik olarak yıkıldı, sonra da bütün
İslam dünyasında, ilim kurumlarında, ferd veya topluluk tarafından ictihad metodu ile yapılan çalışmalar, çözümler yaygınlık kazandı. Üniversitelerde yapılan doktora çalışmalarının büyük kısmı birer ictihaddır.