Belki birinci sayfalara bile haber olmadan
ülke gündemine teğet geçip gidebilecek bir konu, nasıl ülkenin siyasetini haftalarca meşgul eden bir
krize dönüşebilir diyorsanız,
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın
AK Parti hükümetinin
Suriye sınırındaki
mayınların temizliği konusunu ne kadar kötü yönettiğine bakabilirsiniz.
Mayın temizleme, özellikle Sovyetler’in dağılışı, Soğuk
Savaş’ın bitişi ardından başlı başına bir
sektör halinde büyüdü. Birleşen Almanyalar arasındaki sınırın ortadan kalkmasından eski Yugoslav federasyonundaki mayınlı arazilerin temizlenmesine kadar pek çok
operasyon yürütüldü ve yürütülmeye devam ediyor. Hangisini duyduk? Hangisi haber oldu? Hangisi o ülkelerde siyasi krize neden oldu, parlamento çalışmalarını kilitledi?
Kara mayınlarının temizlenmesi konusunda Ottawa sözleşmesine
imza atan
Türkiye bu konuya -tabii ki geç kalarak- el attıktan sonra önünde seçenekler vardı. Görev önce
Genelkurmay’a verildi. Parası da örtülü ödenekten sağlanacaktı. Ancak asker, yapma yeteneği olmadığından değil, öncelikle
temizlik sırasındaki muhtemel asker kayıpları, daha az önem taşımakla birlikte, fırsatçı şirketlerin bir anda alet edevat fiyatlarını birkaç kat artırması sonucu görevi (Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül’ün başbakanlığı sırasında) hükümete iade etti. Ederken hem mayın temizliğinin
hizmet alımı yoluyla yapılabileceğini söyledi, hem de bu konuda NATO’ya bağlı NAMSA diye bir kuruluşun uzmanlığından yararlanılabileceğini söyledi. Böylece hem Türkiye’nin de parçası olduğu
savunma örgütünün garantileri alınacak, hem de üzerinde şaibe olmayacaktı.
Ayrıca
Birleşmiş Milletlerin bu konuda girişimleri vardı. BM’nin doğrudan ya da dolaylı olarak mayın temizliğiyle ilgili 14 dairesi vardı; istekte bulunana
kredi ve uzmanlık sağlanması dahi mümkündü.
Özetle Suriye sınırındaki mayınları NATO şemsiyesi atında sessiz sedasız temizlemek yolu vardı; kriz bir yana, birinci sayfalara bile çıkmaz, içeride kısa haber olarak kalırdı.
Bu yol hâlâ var. Ama artık sessiz sedasız olması mümkün değil. İş artık
Meclis’te kürsü işgallerine, Başbakan’ın kendi çözümüne karşı çıkanların eski defterlerini karıştırarak karşılık vermeye çalışmasına kadar ileri gitti.
Çünkü, hangi akla hizmet ise,
Milli Savunma Bakanlığı tarafından -hiçbir
yasaya, yasama faaliyetine gerek kalmadan- sıradan bir işlemle halledilebilecek bu konu,
Maliye Bakanlığı’na devredilerek içinden çıkılmaz hale getirildi.
Kemal Unakıtan’ın
Maliye Bakanlığı döneminde, araziyi mayından temizledikten sonra 44 yıllığına işletip devlete devredecek şirkete temizletmek gibi hangi yönden baksanız soru işareti doğuran bir yol
tercih edildi.
510 kilometre uzunluğunda -Başbakan’ın ifadesiyle yarısı zaten asker kontrolünde kalmak üzere- 350 metre eninde ve yüzde 80’i patlatılarak yok edilecek 640 bin mayının toprağa saçtığı milyonlarca
metal parçacık ve tonlarca nitratla hangi organik tarımın yapılacağı bu araziye kim talip olacaktı?
İşte tam o sırada bir
İsrail şirketi lafıdır ortaya atıldı. Meclis kulisine bu laf nasıl,nereden düştü hâlâ belli değil. İsrail kaynakları halen kendi şirketlerine Türkiye’den herhangi
bir başvuru gelmediği gibi, ülkelerinin kum torbasına çevrildiği bu alçaltıcı
tartışma sonrasında hiçbir İsrail şirketinin bu işe zaten girmek istemeyeceğini söylüyorlar.
Ama Başbakan Erdoğan’ın
Davos çıkışı ardından bu konudaki hissiyatı iyice yükselmiş, çoğu da AK Parti sempatizanı kitleler, muhalefetin de işin üstüne gitmesiyle tepkisini ifade etmeye başladı.
Zaman gibi, Yeni
Şafak gibi gazetelerin muhafazakâr yazarlarının tepki gösterdiği bu yasa tasarısına, tabii ki AK Parti milletvekillerinden de tabanın sesine kulan verip mesafeli duranlar olacaktı.
Başbakan’ın dünkü öfkeli konuşmasında AK Partilileri ve kamuoyunu yap-işlet-devret işinin ne tarım, ne petrol amaçlı olarak hiç bir ülke, hiçbir şirkete söz verilmemiş olduğunu ikna etmeye çalışması, önceki gün Meclis grubunu yaz tatiline çıkarmamakla tehdit etmesinin fazla etkili olmadığını göstermiyor mu?
Oysa iş mayın temizleme kısmını
Savunma Bakanlığı’na verip, temizlenmiş devlet arazisinin ne yapılacağını sonraya bırakarak kolaylıkla çözülebilir. Ama bunun için Başbakan’ın artık bu formülün sorunlu olduğunu görmesi gerekiyor. Daha önce gördüğü, yanlıştan döndüğü olmuştu. Yine yapar mı dersiniz?