Sizi son zamanlarda kürsüde fevkalade ‘diri’ ve ‘canlı’ görüyorum. Çok seviniyorum...
Parti içindeki rakiplerinizi paylarken (hani, eşit yarışma imkanlarını ortadan kaldırdığınız kurultay konuşmaları), muhaliflerinize verip veriştirirken, komşu partileri ‘başörtüsü konusunda çalışma yapmakla’ suçlarken,
367 kararı için
Anayasa Mahkemesi’ne yol gösterirken, ‘
kapatma davası’nın mutlu sonla neticelenmesi için emir üstüne emir salarken de böylesine diri ve canlıydınız.
Dün grup toplantınızı izledim.
Ne güzel bir
mayın konuşması yaptınız.
Ne güzel ayarlar verdiniz hükümete.
Ne şahane imalarda bulundunuz.
Hazır elimi sürmüşken, sizi diri ve canlı kılan vetirenin muharrik unsurlarından başörtüsü konusunda (başörtüsüne yaklaşımınız konusunda) bir çift söz söylemeden geçemeyeceğim:
Muhaliflerinizi ‘başörtüsü konusunda çalışma yapmakla’ suçluyorsunuz, iyi de ediyorsunuz. Fakat söyler misiniz kuzum, bu
ülkede yasakların kaldırılması konusunda çalışma yapmak ne zamandan beri ‘suç’ sayılır oldu?
İşin ironik tarafı şu: Sıralamada yeri bile olmayan bir gazeteci parçası, asıl görevi ‘özgürlükleri savunmak’ olan bir
siyasetçiyi, yükümlülüklerinden ve özgürlüklere bakışından dolayı sigaya çekiyor.
Neyse, iyisiniz...
İyi bir polemikçisiniz.
Sırasında, iki numaralı genel başkanınızdan daha acımasız ve kıyıcısınız.
Benim merak ettiğim husus şu:
Bu kadar enerjiyi nasıl ‘saklı’ tutabiliyorsunuz?
Bu ülke, tarihinin en büyük kırımını yaşadı. Bu kadar
darbe. Bu kadar darbe girişimi. Bu kadar cunta faaliyeti. İki büyük
ekonomik kriz. Bu kadar işsizlik. Bu kadar
yoksulluk. Bu kadar
faili meçhul cinayet. Kimliklere ve
inançlara yönelik bu kadar saldırı. Bu kadar sürek avı...
Sizi hiçbir zaman bu kadar ‘diri’ ve ‘canlı’ görmedik.
Demek ki saklı tuttuğunuz enerjiyi dışarı çıkarmak ve ‘kutsal muhalefet görevinizi’ hatırlamak için kullanışlı bir bir muharrik unsura ihtiyacınız varmış.
Demek ki bu unsur ‘
laiklik’miş...
Laiklik sözkonusu olunca, üzerinizden ölü toprağı kalkıyor, ateş parçasına dönüyorsunuz. Bir
öfke, bir celadet, bir belagat... Tut tutabilirsen.
Biliyor musunuz ki kuzum, bu ülkede kimse laikliğe
itiraz etmedi, etmiyor. Hiçbir başbakanın, hiçbir milletvekilinin, hiçbir vatandaşın, hiçbir
sivil toplum kuruluşunun
Türkiye Cumhuriyeti’nin bulabildiği en önemli ‘denge unsuru’ olan laiklikle bir alıp veremediği olmadı, olamaz...
Problem, defaatle belirtildiği ve söylendiği üzere,
uygulama... Uygulamadan kaynaklanan bazı sorunlar olduğunu da inkar edemezsiniz herhalde.
Bu ‘bazı sorunlar’ın ne olduğunu tek tek dercetmeyelim; ‘çarşaf’tan medet uman bir politikacı olarak siz bunları herkesten iyi biliyorsunuz.
Fakat bilmediğiniz ve
hesap edemediğiniz başka bir şey var:
Bu ülkede inanç ve değer tercihleri yargılanan, sırf öyle oldukları için aşağılanan kesimler, 1950’de DP’yi, 1965’te AP’yi, 1983’te
ANAP’ı, 1996’da RP’yi, 2003’te
AK Parti’yi iktidara taşıyarak, hiçbir sosyoloji kitabının yazmadığı ‘mesajlar’ verdi. Görüldü ki, adına ‘
halk’ denilen kara kalabalıklar, laiklik konusunda sizin gibi düşünmüyor.
Türkiye’nin çıkışı ‘siyaset’ten, siyasetin çıkışı da ısrarla yok etmeye çalıştığımız bazı değerlerle barışık olmaktan geçiyor.
Diyorum ki, enerjinizi, biraz da, bu değerlerle barışık olma yolunda harcasanız.
Belki ilk elde iktidara gelecek çoğunluğu yakalayamazsınız ama, bir muhip kazanmış olursunuz. Fena mı?