Bir haftadan beri şu mayınlı arazilerin göz göre göre ama yine de çaktırmadan ve bu ülkede herkesten daha zinde ve uyanık bir muhalefet bulunduğunu hesaba katmaksızın İsrail'e peşkeş çekmeye kalkışan zihniyeti perişan etmek için nasıl bir yazı yazmam gerektiğini düşünüp duruyorum; öyle ki, dışardan görenler, "a ne gamsız adam, somurtup duruyor" diye düşünürler resmen.
Öyle değil vallahi. Bakınız canımın içi Türkiyem'in her köşesinde dört koldan vatanseverlik müsabakaları açılmış; herkes harıl harıl Türkiye'yi kendisinden daha çok sevdiğini isbat edemeyen kişilerin % 100 ihtimalle vatan
haini sayılması gerektiğini düşünerek bir dizi aktivitede bulunuyor. Eh, takdir edersiniz ki bu berbat bir his duygusu! İster istemez kendimi yokluyorum; eyvah! Bende hiç hamiyet-i milliye kalmamış yahu!..
Belki görünce biraz heyecanlanırım diye milli sembolleri, şiirleri, destanları, eski sloganları zihnimden geçiriyorum; tık yok azizim, tık yok!.. "Yahu hamâset, biraz olsun hamâset kalmadı mı sizde komşular?" diye kendimi alıp sağa sola çarpmaktayım; heyhat! Meğerse meseleleri şöyle sinirlenip coşmadan gerçek boyutlarıyla kavrayıp anlamaya çalışmak endişesi bende milli refleks diye bir hassa bırakmamış; halbuki bir kısım vatandaşlar millî ve mânevî meseleler hususunda
kuyumcu terazisini hicab ettirecek derecede yüksek hislenişler, derin kavrayışlar sergileyip durmaktalar. Onca insanın yanılıp da, benim isabet üzre olmam, imkânsızdan daha da düşük ihtimâl!
"N'oolacak bu benim halim?" diye derin üzüntüyle siber alemde gezinirken derdime devâ, yarama merhem olacak müthiş bir
şarkıya tesadüf ettim. Aradan yıllar geçmiş, unutup gitmişim bu eski şarkıyı. Tam da benim gibi milli duyarsızları galeyana getirip intibaha erdirecek bir eser. Sizlerin de unutmuş olabileceğini kabul ederek bu mânidar sözleri şöyle bir baştan şerh edeyim dedim kendimce.
Şarkının adı: Türkiyem, şarkının öteki adı, "
Kahraman ırkıma" ve şöyle başlıyor: "Kahraman ırkıma sızmış
ihanet, bütün yüreklerde acı ve nefret / Düşmanlarım mert değil, hepsi de namert / Türk'e Türk'ten başka yoktur dost
nimet / Ata'nın verdiği ilkelerle coşalım/ Onun gösterdiği hedeflere koşalım/ Türkiyem Türkiyem cennetim / Benim eşsiz milletim"
Şarkının ilk kısmını dinledikten sonra kimyam değişti âdeta, ülkemde olup bitenleri
yerli yerine oturtmaya ve daha derinden anlamaya başladığımı hissettim, fakat kahraman ırkımıza ihanetin nasıl olup da sızabildiği konusunda hâlâ tereddüd ediyorum. Bütün yüreklere acı ve nefret dolduğuna göre bu ihanet hayli etkili olmalı; nitekim üçüncü satırda düşmanlarımızın tamamen nâmert olduklarını öğrenmeyeyim mi? Aklıma "Mert olsaydılar acaba düşman olmaktan çıkacaklar mıydı, yoksa bize daha büyük kötülük mü yapacaklardı?" sorusu takılıyor, aklım karışıyor fakat inançla devam ediyorum; dördüncü mısra'ı anlamıyorum, "yoktur dost nimet" kavramı bana biraz muğlak geliyor fakat şarkının nakarat kısmını, ilk ve orta tahsilim esnasında kazandığım hassasiyetlerin yardımıyla kolayca kavrıyorum ve havaya giriyorum, işte bu: "Ata'nın verdiği ilkelerle coşalım/ Onun gösterdiği hedeflere koşalım/ Türkiyem Türkiyem cennetim / Benim eşsiz milletim". Şairin "coşalım ile koşalım" kelimeleri arasında yaptığı zengin kafiye uygulaması beni resmen coşturuyor, kendimden geçiyorum. Son mısrada ise milletimizin eşsizliği konusunda verilen teminatla yatışıyor ve ara nağmeye geçiyorum. Bu kadar milli hisler terapisi bana yetiyor, hatta fazla geliyor. O şevkle yeniden gazetelere eğiliyorum. Oh my God! Her taraf hain, işbirlikçi ve satılmış ajanla dolu; nasıl olur da bunu daha önce farketmemiş olabilirim diye titriyor, ürperiyorum. Bu derece hassas ve duyarlı duyargalara mâlik bir muhalefet cephesinin varlığından ötürü kıvanç duyuyorum. Sonra bir duygu patlaması oluyor, ağlamaya başlıyorum; meğerse şarkının öteki dörtlüğüne geçmişiz!
Duyarsızlığın lüzumu yok; bu milli hislenişler terapisini, mezkur şarkı refakatinde herkese
tavsiye ederim!