Mayın konusunda bu kez de,
İsrail’in muhtemel gölgesi endişesiyle aşırı tepki veriyorlar...
Hatta iş zaman zaman
hakaret sınırlarını zorluyor.
Başbakan Erdoğan’ı ‘one minute’ olayında aşırı bir coşkunun tahtına oturtmak da yanlıştı, şimdi olmayacak bir tonda eleştiriden saparak işi hakarete varan bir ölçüde abartmak da yanlış...
* * *
Dışarıdan biri baksa, Müslümanlığın ya da
İslam’ın tek bir ölçüsü var o da ‘anti-semitizm’ sanacak.
‘
Kültürel İslam’ı boşlayıp, ‘Siyasal İslam’dan medet ummaya...
Ya da çıkar sağlamaya yöneldiğin
vakit...
Bu işin tek galibi ‘fanatizmin’ gaz kesmeyen kısmı oluyor.
Epeydir ‘
kent dindarları’ üzerine, yakında kitaplaşacak bir çalışma içindeyim.
‘Kent dindarı kimdir?’ diye sorabilirsiniz.
Cevabım şudur:
‘Kent dindarı, bir inancın ulviyetinden kendine kimlik çıkarmaya soyunmayan insandır. İnancı
inanç olarak kabul eden, inanç olarak yaşayan ama sosyal bir ilişki ağında bir kimlik olarak bundan
rant beklemeyen insandır. Kent dindarı bir şekilde daha doymuş, güngörmüş ve bu inancı kendi ruh álemine katmış, kültür olarak algılamış, daha gelişmiş insandır.’
* * *
Pakistan’dan yeni dönen Ayşe Böhürler oradaki ‘kent dindarları’ ile ‘
Taliban’ arasındaki farkları fevkalade vurucu bir şekilde sergiliyordu.
Pakistan’da şu anda 23 bin medrese varmış.
Bunların birçoğu Ders-i Nizami medreselerden farklı olarak...
1980’den sonra,
Rusya’nın
Afganistan işgalinden sonra ortaya çıkmış.
Bu medreselerdeki eğitim anlayışının mimarları ise Suudiler’miş...
Bu nedenle Pakistan’daki medreselerin çoğu Vahhabi idrakine uygun yapılandırılmış ve buralardaki hákimiyet Pakistanlı din adamlarından ziyade Suudilerin elindeymiş.
1980 sonrası dönemde kurulan medreselerin geleneğin dışına çıkmalarının tek bir nedeni varmış:
‘Halkı
Amerika adına savaştırmak adına resmi ya da
gönüllü orduların ortaya çıkabilmesi için çok iyi bir alt yapı oluşturmak’...
* * *
Hálbuki...
1980 öncesindeki Ders-i Nizami medreseleri çok farklıymış.
Pakistan tarihi içinde Ders-i Nizami medreseleri, sufiliğin öğretildiği dini eğitim merkezleri olarak ayrı bir yere sahipmiş.
Büyük din álimleri buralarda yetişmiş.
Matematikten, mantığa, astronomiye, felsefeye çok geniş bir içeriğe ve müfredata sahip olan bu medreseler bugün de varlığını sürdürüyormuş ama eski etkin rollerini yitirmişler.
‘Vahhabi idraki’ ile ‘sufizm’ arasındaki farka gelince...
‘Sufizm siyasi bir ajandaya sahip değil. Sufi, siyasetle değil, kalb ile ilgilenir. Sufilik, siyaseti değil hümanizmi öğretir. Affedici olan, bağışlayıcı olan
Allah’ı, rahmeti öğretir.’
* * *
Peki, sufizm yerine neden Taliban?
Pakistanlıların değişik açılardan verdiği farklı cevaplar var:
‘Ayrıca işsizlik, fakirlik, iyi eğitim alamadığı için işe alınmayan insanlar sorunu var.
Bu insanlar güç kazanmalarının yolunun oy vermek değil, silahlarını alarak devlete karşı durmak olduğunu düşünüyorlar.
Taliban bugün ekonomi, din ve ideolojiyi kapsayan karmaşık bir olgu.
Bunlar,
genç insanlar, amaçları ne, ne yapmak istiyorlar, devleti ele geçirmek mi istiyorlar, pastadan bir pay mı almak istiyorlar yoksa pastaneyi mi ele geçirmek istiyorlar bilmiyorum.’
* * *
‘Talibanlaşmanın nedenlerinin başında, insanların
Kuran’ı kendi dillerinde okuyamamaları geliyor.
İnsanlar Urdu dilinde Kur’an okuyamıyorlar.
Okur- yazar olmadıkları için Kuran’ın Urdu dilindeki mealini de okuyamıyorlar.
Bu nedenle mollalar onlara ne söyler, ne şekilde yorumlarsa ona inanıyorlar.
Böylece onların İslam anlayışına ve belki de yanlış bir İslam yorumuna mahkûm kalıyorlar.’
* * *
Yüz elli milyonluk nüfuslu Pakistan’da, elli binlik Taliban’ın etkisini ve
halk tarafından
desteklenmesini...
‘Çünkü güç istiyorlar, birçok insan onların dini felsefesini desteklemese de siyasi olarak onlarla birlikte’ diye açıklayanlar var.
Vahabi idraki ve sufizm ayrımı...
Bizdeki ‘kent dindarları’ ile ‘siyasal İslamcı’ anlayışı anımsattı.
Belki konuyu daha da evrensel bir boyuta taşıyarak şöyle de sorabilirsiniz:
‘Sufizm mi, Talibanlaşma mı?’