1950'de başlayan çok partili demokratik düzenin karşılaştığı ilk
darbe, sembolik anlamların ötesinde büyük bir kırılmayı da ifade ediyor. İhtilali yapanlar iddialı biçimde yeni dönemi 'İkinci
Cumhuriyet' olarak adlandırmıştı.
Söz konusu nitelemeyi hak edecek ölçüd
e devletin yeniden dizayn edildiği muhakkak.
Orduyu devlet cihazı içinde
sivil siyasetin başına vasi olarak diken düzenlemelerin pek çoğu 27
Mayıs'ın icraatı. Kendini devletin gerçek sahipleri olarak gören üniformalı
bürokrasi, sivillerin oynayacağı alanı belirleme ve gerektiğinde geri alma hakkını elinde tuttuğunu ilan etti. O güne kadar kurucu irade ve onu temsil eden
Atatürk tarafından 'siyaset dışı' olarak yapılan tespit 'siyaset üstü' şeklinde değiştirildi.
Siyaseti
denetleme ve yönlendirme imtiyazı, onun bir parçası olmayı beraberinde getirdi. Bu gerçeğin hayati sonuçları doğdu. Öncelikle ilgi ve uzmanlık alanında olmayan konulara harcanan
mesai, asli görevin ikinci planda kalmasına yol açtı.
Genelkurmay basın sözcüsü, açıklamalarını sivil kıyafetle yapsa, rahatlıkla bir parti sözcüsü ya da sivil bürokrat zannedilebilir. 'Gömdüğü
mayınları bulup temizleyemeyen ordu' eleştirilerine bu haftaki toplantıda
cevap verilecek mi bilmiyorum. Ama mayın temizleme konusunda İsrail'e muhtaç oluşumuzun altında asli işin ikinci planda kalmasının rolü kesinlikle tartışılmalı.
1960 İhtilali'nin Türk Silahlı Kuvvetleri'ne ikinci darbesi 235'i
general olmak üzere 7.200
subayın
emekli edilmesiydi.
Aksiyon dergisinde '
Askere Darbe' başlığıyla verilen dosyada ayrıntısıyla anlatılan
tasfiye, TSK'nın genlerine yapılmış bir müdahaleydi. Yeni düzene göre ilk dizayn orduda yapıldı. Başbakan'ın içinde bulunduğu üç siyasetçiyi idam ederek en büyük gözdağını vermeleri bile belki de bu müdahaleyle mümkün oldu. Kanlı
27 Mayıs darbesinin ordudaki en önemli neticesini 'Erdelhun sendromu' olarak adlandırabiliriz. Erdelhun ismi, yakın tarih meraklıları dışında unutulmuştu.
Ergenekon Terör Örgütü sanıklarınca organize edildiği anlaşılan 'Genç subaylar rahatsız' haberleri, Yassıada'da yargılanan
Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun'u gündeme taşıdı. Sahte mektuplar ve kurgulanmış haberlerle dönemin Genelkurmay Başkanı
Orgeneral Hilmi Özkök'e, 'Erdelhun'u unutma' mesajları veriliyordu. Erdelhun'un maruz kaldığı insanlık dışı işkenceler sonraki dönemlere damgasını vurdu. 27 Mayıs, sadece cuntaların kolaylıkla emellerine ulaşabileceklerini göstermedi; aynı zamanda ne kadar zalim olabileceklerinin de misaliydi. Başbakan'ı asarak sivillere, Genelkurmay Başkanı'na işkence ederek TSK'ya gözdağı verildi. TSK'da '
Mustafa Muğlalı sendromu' çok sık zikredilir. Fakat ondan daha yaygın ve önemlisi Erdelhun sendromuydu. Özkök biraz talihinin de yardımıyla bu zinciri kırabilen belki tek komutandı.
Emekli bir asker olan 'Türkiye'de Demokrasinin Yüz Yıllık Serüveni' kitabının yazarı Dr. Erdoğan Günal'ın askerin yaşadığı travmayı anlatırken Aksiyon'da verdiği örnek çok çarpıcı: "Mesela, tümgeneral rütbesinde iken ordu komutanlığına atanan Celal Alkoç bu duruma sevinemez bile. Zira kumanda edeceği yeni birliğine ancak Millî Birlik Komitesi'ne yakın bir subay olan
Albay Dündar Seyhan'la gidebilir. 'Sen, koskoca bir ordu kumandanını ilk mektebe götürülen bir çocuk gibi elinden tutmuş götürüyorsun.' der." 27 Mayıs'ı bütün yönleriyle masaya yatırmakta fayda var. Siyasî hayata yaptığı etkiler kadar orduda sebep olduğu kırılmalar ve sendromları da özenle incelemeliyiz. Madalyonun sadece bir yüzü çok ön planda; herkes orgenerallerin yüzünde sigara söndüren teğmeni biliyor. İlk mektep talebesi gibi
tayin yerine götürülen generallerin travması da çok hafif değildi.