Suriye sınırımızda uzunluğu 513 km. ve eni 350 m. olan bir şerit, kaçakçılığa mâni olmak ve sınır güvenliğini sağlamak üzere
mayınlanmış; ne yazık ki daha sonra da mayın haritaları kaybolmuş ve mayınların temizlenmesi zorlaşmıştır.
Bu durum, zamanın yanlış ekonomi ve güvenlik politikalarının neticesi olarak ortaya çıkmıştır.
Özellikle 80’li yıllarda bu sahanın mayından temizlenmesi ve tarım üretimine kazandırılması için çeşitli teşebbüslerde bulunulmuşsa da herhangi bir sonuç alınamamıştır. Merhum
Özal’ın
Başbakanlığı esnasında onun görevlendirmesiyle bu proje üzerinde bizzat çalışmıştım. Ancak, bu konuda TSK’nın
teknik şartlarının uygun olmaması ve meselenin hallinin de TSK dışında düşünülmemesi, mayın temizleme maceramızı bugüne kadar uzatmıştır.
Mayın temizleme konusunda daha sonra 1992’de çıkarılan
Bakanlar Kurulu Kararı’yla Türk Silâhlı Kuvvetleri görevlendirilmiş; yapılan ön çalışmalar 2003’e kadar devam etmiştir. TSK’da mevcut olan elle mayın temizleme ekiplerinin yeterli olmadığı görülünce, her biri 14 milyon dolara baliğ olan üçlü
makine gruplarından 100’e yakın satınalınması sözkonusu olmuş; 14 firmadan
teklif alınmış ve
Maliye Bakanlığı tarafından yap-işlet-devret esasına göre
ihaleye çıkarılmış; ancak ihale
Danıştay tarafından iptal edilmiştir.
Daha sonra,
Genelkurmay Başkanlığı, hem makina gruplarının çok pahalıya mal olacağını, hem de temizleme işleminden sonra bunların işe yaramayacağını düşünerek makina ihalesinden ve bizzat mayın temizleme işleminden vazgeçmiştir.
***
Şimdi, bir
bardak suda fırtınalar kopararak iktidarı ‘vatanı satmakla’ suçlayanlar, mayınların temizlenmesi konusunda hâlen
TBMM Genel Kurulu’nda bulunan ve kabul edilmek üzere olan
kanunu ileri sürmektedirler. Söylenenler karşısında hayrete düşmemek mümkün değildir. Şöyle ki;
* Bu kanun, TSK haklı gerekçelerle mayın temizlemekten vazgeçtiği için çıkarılmaktadır. Bu konuda teknik ve malî zaruretler vardır. Kanun çıkarılırken Millî
Savunma Bakanlığı’nın ve
Genelkurmay Başkanlığı’nın görüşleri dikkate alınmıştır.
* Kanun henüz çıkmamış ve ihale de yapılmamıştır. Hâl böyleyken, nasıl olup da bu işin İsrailliler tarafından yapılacağı anlaşılamamıştır.
* Bu şekilde güya ‘iki
Kıbrıs büyüklüğünde’
toprak yabancılara verilmiş olacaktır. Bir defa, sözkonusu olan
arazi 216 km2’dir. Halbuki Kıbrıs’ın yüzölçümü 9.600 km2’dir. Yani, iki Kıbrıs büyüklüğü 19.200 km2’dir ki, bu da mayınlı alanın 89 misli anlamına gelir.
* Bu alan 5 yılda mayından temizlenerek
Türkiye’ye gerçek anlamda kazandırılacak; tabiatıyla ihaleyi kazanacak şirket de bundan nemalanırken Türk ekonomisi de fayda sağlayacaktır.
***
Başbakan Erdoğan’ın
Düzce İl Kongresi’nde yaptığı konuşmaya gelince; bu konuşmadaki bazı cümleleri aradan çekerek söylenenlerden ‘Tarihî
azınlık özeleştirisi’ gibi anlamlar çıkarmak, konuşmanın bütünlüğünü istismardan başka bir şey değildir.
Başbakan’ın, ‘Farklı etnik kimlikte olanlar ülkemizden kovuldu. Bu aslında faşizan bir yaklaşımın neticesiydi’ sözü, devletçi bürokrasinin ‘Varlık Vergisi’ uygulaması ile ‘6-7
Eylül olayları’ kastedilerek söylenmiştir.
Başbakan bu sözüyle, milletimizin asırlar boyunca bir arada yaşadığı müslim ve gayrimüslim kardeşlerine karşı herhangi bir düşmanca yaklaşımının bulunduğunu kastetmiş olamaz. Sözünü ettiği ‘faşizan yaklaşım’ zorba devlet anlayışının tahakkümü ve despotizmidir.
Başbakan’ın bu tenkidinden
Ermeni iftiralarına ve Kürtçülere pay çıkarmak için bazı aydın geçinenler gibi kötü niyetli olmak gerekir.