Bunların neredeyse tamamı, savcıları sindirmek amacını güdüyordu. Bazı sanıkların (ve avukatlarının) kimi zaman
duruşma salonunda sergiledikleri bu pervasız tavırlar, aslında apaçık bir
baskı oluşturma hamlesiydi.
Uzun zamandan beri devam eden karalama çalışmasına savcılar sonunda
isyan etti. 89. duruşmaya denk gelen ve
mahkeme salonunda okunan yazılı açıklama, sadece haksız suçlamalar karşısında birikmiş bir tepki değil. Karşımızda, ciddiyetle kaleme alınmış bir metin var. İşin mahkemenin seyrine
bakan yönü önemli; ancak bu metin üzerinde herkesin düşünmesi gerekiyor. Zira o açıklamada temel bazı sorunlara temas ediliyor.
Önce kısa bir alıntı: "Her kurumda olduğu gibi TSK'nın içinde de suça karışanlar olabilir. Bu
soruşturma TSK'nın itibarını zedelemeyeceği gibi aksine itibarını artıracaktır. TSK içinde faaliyet gösterdiğini kendi belgelerine açıkça yazan örgütün faaliyetlerinden bahsederken, 'sözde TSK içinde faaliyet gösteren' dememizden daha
doğal ne olabilir? Örgütle TSK'yı özdeşleştirmemek için 'sözde' kelimesini kullanıyoruz. Türk ordusunu korumak, TSK'yı istismar edenlere mi kalmıştır?"
Savcıların bahsettiği suistimal öteden beri siyasette, sanatta, medyada devam eden bir süreçtir. Pek çok sahada birileri 'Türk ordusunu korumak' gibi bir kavramın arkasına sığınıyor. Ne var ki bu sığınmacıların önemli bir kısmı, itibar yönetiminde samimi değil. İllegal işlerine orduyu alet etmek isteyenlerden zaten samimi olması da beklenemez.
Askerî bir gücün itibarı nasıl korunur? Tabii ki en çağdaş, en ileri, en şeffaf yapıya kavuşmasıyla bu itibar sürdürülebilir ve sürdürülmelidir. Mesela bu çağda
darbe ya da cunta faaliyetleri düşünenlerin itibar koruma adına hiçbir şey ortaya koyamayacakları aşikârdır. Tam da bu nedenle
Genelkurmay Başkanı
Orgeneral İlker Başbuğ, "Biz TSK olarak sonuna kadar
demokrasiye bağlıyız. TSK bünyesinde farklı düşüncede olan kimse barınamaz. Buna müsaade etmeyiz." demiştir...
Toplumsal gerçek şudur: Bu millet ordusunu sever; ancak onun kışla dışına çıkıp siyasette taraf olmasını istemez. Bu ülkenin insanı, ordusuna en mukaddes payeleri verir; fakat siyasî kavgaların içinde görmek istemez
Mehmetçik'i. Askere duyulan sevgi dünyanın hiçbir yerinde görülemeyecek kadar derin ve samimidir. Bunda şüphe yok. Mehmetçik'in ne kadar sevildiğini anlamak için çok uzun araştırmalar yapmaya da gerek yok...
Madalyonun diğer yüzü görülemezse yanlış analizler yapılmış olur.
Ordusuna
şehitlik, gazilik bahşeden, kışlasına '
peygamber ocağı' diyen bu millet, Silahlı Kuvvetler'in kışlasından çıkarak siyasetle iştigal etmesini istemez. Asker ne zaman siyasete bulaşsa vatandaşın yüreği ağzına gelir. Çünkü tarihin en acı tecrübeleriyle sabittir ki, ordu ne zaman siyasete soyunsa o zaman diliminde en ağır yarayı Mehmetçik alır. Ona duyulan saygı zedelenir, sevgi sarsılır. Cumhuriyet'ten önce de bu böyleydi. Mustafa Kemal'in üniformayı çıkarmadan siyasete soyunan askerlere gösterdiği tepki, tarihi doğru okumanın ürünüydü.
Atatürk, çok yerinde bir hamle yapmış ve üniformalı siyasete müdahale etmişti. İkisi bir arada olamazdı çünkü...
Cuntacılık bir suçtur. Darbe teşebbüsünde bulunmak bir suçtur. İllegal faaliyetleri yaparken 2 bin yıllık bir ordunun arkasına sığınmak daha korkunç bir suçtur. Savcılar doğru söylüyor; her meslekten bazı insanlar hata yapabilir. Elbette o hataları yapanlara TSK'nın sahip çıkmaması gerekir. Maalesef bazı olaylarda
algı yönetimi doğru yapılamadı. Mesela dönemin
Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'ın
Şemdinli sanığı için 'Tanırım, iyi çocuktur.' demesi bambaşka bir mecraya kaydırıldı. Bazı
Ergenekon zanlılarına kurum olarak sahip çıkılıyormuş gibi bir havanın estirilmesi, hem yürütülen davaya gölge düşürdü hem de Türk ordusu hakkında yanlış anlaşılmalara neden oldu. Hâlbuki bir milletin bir ordusu vardır; o yıprandığında tabii ki tahribatı büyük olacaktır. Ancak unutmamak gerekiyor ki; o itibarı en çok kurumun kendisi koruyacak ve algı yönetimini bizzat kurum kendisi yapacak...
Genelkurmay Başkanı Orgeneral
İlker Başbuğ'un basın toplantılarında demokrasi üzerinde ısrarla durması çok isabetli bir yaklaşımdır. İşin doğrusu Başbuğ Paşa'nın bazı söylemleri, bazı meslektaşlarımızın ve bazı aydınlarımızın söylemlerinden çok daha demokrat gözüküyor. Tabii ki bazı açılardan eleştirmek mümkün; ama bu durum Paşa'nın
insan hakları, demokrasi ve hukuk vurgusunu ortadan kaldırmıyor. Kamuoyu huzurunda söylenen her söz bir bakıma toplumsal bir taahhüttür.
Son duruşmada Ergenekon savcılarından
Mehmet Ali Pekgüzel, bir konuda daha isyan ediyor. O da sanıkların Atatürk'ün arkasına sığınması. Bilindiği üzere bu da sıkça karşılaşılan bir konu.
Kaçak inşaatının yıkımını durdurmak için Atatürk büstü yapıp
kanunu bu istismarla delmek isteyen taşra kurnazlığını çeteler de kullanıyor. Kendilerine Atatürkçü sıfatı yakıştırdılar mı sanıyorlar ki her türlü kanun dışı icraatı yapmaya yetkileri ve hakları var. Karşılarına birisi çıktığında başvuracakları yol da biliniyor artık. Atatürk karşıtı ya da Atatürk düşmanı ilan ettikleri kişilere karşı veryansın etmeyi gayet iyi biliyorlar.
Üzülerek söylemem lazım ki; Ergenekon davasında dile getirilen şikâyetler sadece o davaya özgü bir durum değil. 'Orduyu korumak' maskesiyle darbe çığırtkanlığı da yapılıyor, bariz suçlar da örtbas edilebiliyor. Atatürk'ün arkasına saklanmaya yeltenen birileri, her türlü yanlışına kılıf bulduğunu sanıyor. Ve maalesef bu, en çok da medyada oluyor. İnanmayan, Ergenekon davasının
gazete ve televizyonlara yansıma biçimine baksın. Nasıl bir karartma ile karşı karşıya kaldığımızı o zaman daha net göreceksiniz.
[email protected]
Gazeteci kitaplarına dikkat!
Ha bugün, ha yarın derken bir türlü yazmak nasip olmadı, çalışma masam gazetecilerin elinden çıkan kitaplarla doldu. Yoğun
gündem nedeniyle üzerinde duramadığım ve önemli gördüğüm bazı eserlerden bahsetmek isterim. Zira bu kitaplar, güncel telaşların arasında eriyip gitmeyi hak etmiyor. Gönlüm öyle istiyordu ki, her hafta bu eserlerden birkaçına yer ayırayım; bu kitaplara sizin de dikkatinizi çekeyim. Böyle gi
derse kitaplar dağ gibi yükselecek ve bir gün bu eserlerden bahsetmem mümkün olmayacak. Bu nedenle hiç olmazsa son günlerde neşredilen bazı eserlerin kapağını buraya alıyorum. Siz değerli okurlarımızın takdirlerine arz ediyorum.
Herkül Millas'ın samimi ve sıcak yazılarını zaten biliyorsunuz. İşte Zaman gazetesinde neşredilen o güzel makaleler kitaplaştırıldı. Latif bir eser çıkmış ortaya.
Aksiyon dergisinden
Hamdi Yılmazer imzasını hatırlayacaksanız. Derinlikli analizlerin Türkiye'nin sırlarını nasıl çözdüğünü topyekûn bir daha düşünmek istiyorsanız Sivil Kabadayı ile Kibar Askerin Hikâyesi'ni sakın kaçırmayın. Bu meslekte herkes bilir ki, Ercan Gün polis muhabirliğinin en yetkin isimlerinden biridir.
Behçet Cantürk'ün ifadelerini Doğan Kitap'ta toplamış. İyi de yapmış. Bu bahisler açıldığında mangalda kül bırakmayanlara ders verecek bir eser çıkmış ortaya. Hulusi Turgut, gazetecilikte kalıcı eserler bırakan usta bir gazeteci. Son kitabı
PKK liderinin yakalanışını kare kare anlatıyor.
Belgesel tadındaki bu eseri, ilgili kişilerin kaçıracağına ihtimal vermiyorum. Timaş Yayınları arasında çıkan
İtirafçı da karanlık bir dönemin tetikçileri hakkında bugüne kadar yazılmayan birçok yeni bilgiyi okuyucuya sunuyor. Güneydoğu'daki
faili meçhul cinayetlerin tartışıldığı bugünlerde PKK itirafçılarının karanlık ilişkilerini tekrar mercek altına alan bu kitabı herkese
tavsiye ediyorum.
Meslektaşlarımın kitaplarını buradan sizlerle paylaşmaya devam edeceğim.