Bazı insanlar vardır ayna gibidir, bize kim olduğumuzu, kaç paralık insanlar olduğumuzu, açıkçası ne mal olduğumuzu alenen gösterdikleri için pek sevilmezler.
Ayna gibidirler, gerçeği alenen yüzümüze haykırdıkları için hiç hazzetmeyiz onlardan.
Mircea
Lucescu bu
ülkeye gelmiş en gerçek aynalardan biridir. Her şeyden önce insandır, adamdır, bilgedir, entelektüeldir. Açıkçası
futbol camiasında bir insanda zor bulunacak özelliklerin birçoğuna sahiptir Romen
teknik adam. Türk futbol tarihine geniş perspektifle bakıldığında G. Saray'ın aldığı
UEFA Kupası'nın da, Milli Takım'ın dünya üçüncülüğünün de kökeni çok gerilere dayanıyor.
Sepp Piontek ve Jupp Derwall'e kadar uzanmak lazım. Kimilerinin zannettiği gibi başarı kısa sürede gelmez, en az 20 yıllık yatırım, gözlem, ilgi ve ısrar gerekiyor.
Bugün kendileriyle övündüğümüz iki Türk teknik direktörün mental ve teknik anlayışına baktığımızda dip koçanlarında yine bu iki
Alman ekolü teknik direktörün izlerini bulmak mümkün. Denizli ve
Terim kariyerlerindeki başarıları Piontek ve Derwall'e borçlular biraz da. Biri Milli Takım'da, diğeri G. Saray'da bu hocalara yardımcılık ederken, farkında olarak ya da olmayarak çok şey aldılar kanaatimce.
Futbolu bilmeleri, Türk insanını tanımaları onlar için büyük avantaj oldu.
Ne yazık ki devam etmedi 1980'li yılların ortalarında başlayan anlayış. Rüştü'leri, Hakan'ları, Ogün'leri, Abdullah'ları,
Okan ve Emre'leri yetiştiren zihniyetin yerine gündelik tabloya göre değerlendirme yapan, günübirlik başarıyla caka satan zihniyet ne yazık ki yakalanan o ritmi tüketti ve bugün Türk futbolu çok ciddi bir tıkanıklık yaşıyor. Kaçırdığımız sadece Lucescu da olmadı. Nice değerleri birbiri ardı sıra harcadık; Gerets, Zico, Löw,
Hiddink vs... Her biri başlı başına bir değer ve başarılı teknik direktördü. Bugün onlar gittikleri yerlerde başarıdan başarıya koşarken biz hâlâ 20 yıl öncesinin kısır çekişmelerinin dibinde bocalayıp duruyoruz.
Geçtiğimiz günlerde 17 yaş altı milli
takımların maçları vardı.
Tablo ne yazık ki aleyhimize idi.
Almanya,
Hollanda gibi ülkeler
genç jenerasyonu ile
ümit tazelerken bize yine hayal kırıklığı düştü ne yazık ki!
Elbette futbol medyası bu tür şeylerle ilgilenmek yerine klasik geyiklerine devam etti ve ediyor.
Mircea Lucescu olayı bu nedenle çok önemli ve üzerinde tez yazılması gereken bir olaydır bence. Hocanın ülkeye gelişi, Türk futboluna ve futbol kamuoyuna etkileri en ince ayrıntısına kadar araştırılmalı ve aklıselim bir şekilde değerlendirilmelidir.
Birtakım çevreler onu, ülkemizi 'Çavuşesku Romanya'sına benzetti' diye taşlamaya, aforoz etmeye kalkıştı ve kısmen de başardı bunu. Oysa açın ekranlardaki futbol programlarını, yapılan tartışmalara bakın ve kararı siz verin. Hakem kurşunlayan, hatır şikesinin havada uçtuğu, galip takım oyuncularının sahada kovalandığı bir ülke için hangi benzetme uygundur siz karar verin.
Emin değilim ama sanki bu ülkede birçok şeyin düzelmesi futbola bağlı gibime geliyor bazen.
Hani futbolda başarı ve düzey yakalandıkça sanki başka şeylerde de başarılı olacakmışız gibi hissediyorum. Bunun için de ülkedeki birçok şeyin değişmesi gibi futbol zihniyetinin de değişmesine ihtiyaç var sanırım. En başta da futbol medyasının. Bugün futbol medyasının başını tutan zihniyetin (hadi
tasfiye demeyeyim)
emekli edilmedikçe ülke futbolunun genel anlamda başarılı olacağına pek ihtimal vermiyorum. İzin vermiyorlar çünkü. Bu medyanın etkisinde kalan yöneticiler,
futbolcular ve
hakemler de, 'madem öyle işte böyle' zihniyetiyle onların istediği bir tabloyu oluşturuyorlar
doğal olarak.
Âdetim değildir ama gönlümden geçeni de ifade edeyim. Keşke Lucescu F.Bahçe'ye gelse ve kimse işine karışmasa da bizzat uygulamalı olarak gösterse futbolda başarı nasıl yakalanır?