Hüsamettin Cindoruk’a bakılırsa, DP’nin yeni hedefi,
AK Parti’yi iktidardan uzaklaştırmak. Varlığını başka bir partinin varlığına adayan bir siyasal anlayış, herhalde sadece bize özgü bir yamukluk olsa gerek. Ülkeyi yönetmeye talip olmayıp AK Parti düşmanlığında filizlenmeyi umuyorlar.
Bu
politika bile Cindoruk’un üstlendiği misyonu
tarif etmesi bakımından yeterlidir. Sanıyorum Cindoruk mühendisleri, MHP’den umutlarını kestiler ki,
CHP’ye partner olarak DP’yi seçtiler.
Haksız da sayılmazlar!
Devlet Bahçeli, 2006’da
Mersin’de düzenlenen
bayrak mitingine
destek veren parti teşkilatlarını ‘ya
istifa edin gidin ya bu işlere bulaşmayın’ diyerek provokasyona alet olmalarını engelledi.
Hatta aynı günlerde ziyaretine gelen
emekli bir generalin ‘Neden gençlerin meydanlara çıkmasına izin vermiyorsunuz?’ diye sorduğunda Bahçeli’nin yanıtı şöyle oldu: ‘Sayın Paşam, siz önce çocuğunuzu
Kızılay’da
İzmir Caddesine çıkarın sonra bu önerinizi değerlendiririz. Bizim gençlerimiz çok acılar yaşadı. Şehitlerimiz var. Binlerce mağdurumuz var. Yeni mağduriyetlere sebebiyet vermek istemiyoruz.’
Ergenekon’un yerinde siz olsanız, sever misiniz Devlet Bey’i...
46 ruhunu cin çarptı
Cumartesi günü iki önemli gelişme vardı. İlki,
domuz gribi taşıyan
Irak kökenli
Amerikan vatandaşının
İstanbul Atatürk havalimanında termal kameraya yakalanması, diğeri 76 yaşındaki
Hüsamettin Cindoruk’un DP’ye genel başkan seçilmesiydi.
Birbirinden bağımsızdılar. Hatta biri
ithal diğeri yerliydi. Ancak iki cereyan da nesep tartışmalarının odağındaydı.
Domuz gribinin yani H1N1 virüsünün tıbbi laboratuarda üretildiği, Adnan
Menderes döneminden bu yana devlet projesi Cindoruk’un Baba ocağında yeniden canlandırıldığı iddia ediliyordu.
İlk iddianın sahibi Avustralyalı
bilim adamı Adrian Gibbs, 8 genli bu virüsün genetik yapısı ve amino asitlerini inceledikten sonra ‘Bu virüs laboratuar virüsüne benziyor, bir mühendislik eseri’ dedi, Dünya
Sağlık Örgütü, ‘yalan’ diyerek karşı çıktı.
Ama ikincisinde hiç tereddüt yoktu. Süleyman
Demirel çok açık şekilde delegeleri arayarak Cindoruk’a oy topladı. Cindoruk’un ‘
mahkemeden sonra bekliyoruz’ diyerek
selam gönderdiği Ergenekon taifesi de canhıraş çalıştı.
Haklarını teslim etmek gerekir başardılar. DP’deki 46 ruhunu cin çarptı, 28
Şubat ruhu hortladı.
Ne var ki, Mühendis Süleyman’ın bu seferki eseri, ilerleyen yaşından olsa gerek, bastonlu doğdu. Bu yaşta rövaşata yapmanın zorluğunu biliyor olmalılar ki, Çağrı Erhan gibi birkaç cevval isimle 76’lık bedene
gençlik aşısı yaptılar.
Ergenekon medyası ise mutlu, mesut. Eleştirilerimizi ‘Cindoruk telaşı’ olarak değerlendiriyorlar.
Allah selamet versin. Yolları açık olsun. Ergenekon pastasına çıkan yeni müşteri, demokratları neden telaşlandırsın, anlamış değilim.
O
küçük dilim, biraz daha küçüldü.
Süleyman Demirel, Hüsamettin Cindoruk ve yeni yöneticilerin çoğunluğu ağırlıklı olarak CHP’ye oy vermişti. Tek tük MHP’ye seken oylar vardı. Şimdi ödünç oylar DP’ye gidecek.
Bir tarafta ‘Ergenekon’un avukatıyım’ diyen Deniz
Baykal, diğer tarafta
Silivri kapısında Ergenekon hasreti çeken Hüsamettin Cindoruk var. Eğer bir telaştan söz edilecekse, Baykal düşünsün.
Süleyman Soylu’nun tasfiyesiyle AK Parti ve MHP tabanına uzanmanın yolu kapatıldı, haliyle kazanan bu iki parti oldu. Amaç, Ak Parti’yi küçültmekse, onun yolu Silivri’den geçmiyor.
Mesut Yılmaz başbakan olduğu dönemde İstanbul’da partililerle toplantılarını
Hilton’da yapardı. Bazı milletvekilleri ‘Sayın başbakanım muhtarlarımız ayağının çamuruyla Hilton’a gelip sizinle görüşemiyor, bu konu çok eleştiriliyor, kabul yerini değiştirseniz olmaz mı?’ deyince Yılmaz, toplantı adresini değiştirdi.
Hadi tahmin edin, yeni yer, neresi oldu? Swiss Otel...
Cindoruk işi biraz buna benziyor.
Ayıp ettin
Adilciğim
Ergenekon soruşturması kapsamında mahkeme kararıyla
telefon görüşmeleri
teknik takipte olan
şüphelilerle yakın ilişkileri saptanan 60 civarında hakim ve savcı mercek altında.
Adalet Bakanlığı,
Savcı Zekeriya Öz’ün talebi üzerine bu yargı mensuplarının dosyalarını incelemeye aldı.
Nasıl bir sonuç çıkar bilemem, ama Ergenekon sanığı Adil
Serdar Saçan’ın Savcı M.Y ile yaptığı görüşmede, ‘
Kadıköy’de savcı var mı?
Basın savcısı tanıdık mı?’ demesine takıldım. Savcı, ‘Z.T’ diye tanıdık bir ismi veriyor Saçan’a.
Adilciğim keşke beni arasa, daha ‘muteber’ bir savcı ismi verirdim ona.
Anahtar teslimi
dava açıyor. Arzu e
derse dilekçeyi bile kendi hazırlıyor. Baktı yine eksiklik var,
iddianame safhasında tamamlıyor, suç listesi kabardıkça kabarıyor.
İşini öyle iyi beceriyor ki, şüpheliye ‘Cinayet işlesem daha az ceza istenirdi’ dedirtebiliyor. Hatta, şüphelinin ifadesini bile almaya gerek duymuyor.
Hani olur da mahkemede eksiklik sayılır diye il dışındaki adrese laftan tebligat çıkarıyor, ‘şüpheli ifade vermeye bile gelmedi’ diyerek pişmiş kelle gibi sırıtabiliyor.
Bana inanmıyorsan aynı davada yargılandığın
Gazeteci Yazar Güler Kömürcü’ye sor. Gazetecidir, bildiğini sanıyorum. Yok, bilmiyorsa, dön bana ismini söyleyeyim sana. Bundan daha tanıdığını bulamazsın. Hem de İstanbul’da...
Dostlar kara gün için lazımdır.