Yazının başına oturduğumda.
Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan Bakü’yü sakinleştirmiş, Azeri parlamentosundaki konuşmasını tamamlamış...
CHP milletvekili Ali Kılıç,
Deniz Feneri Davası ile ilgili yeni iddialar seslendirmiş...
Vaniköy’de oltaya takılan bombanın menşei günışığına çıkmış...
Batık
bankalardaki paralarımızı kurtarmaya çalışan
TMSF yeni bir başarıya
imza atarak
İsviçre bankalarındaki 196,5 milyon doları hesabına geçirmeyi başarmış...
Kendi özel yaşamımın bir miladı saydığım
Cannes Film Festivali de başlamıştı.
Devam eden ise sadece
Kuşadası’ndaki banka soygunu girişimiydi.
* * *
Ben ise
Ankara Üniversitesi
Hukuk Fakültesi’nden Prof. Dr. Mithat Sancar ve Yrd. Doç. Dr. Eylem Ümit Atılgan’ın birlikte hazırladığı
TESEV’in ‘Adalet Biraz Es Geçiliyor’ başlıklı araştırmasını okuyordum.
Bu çalışma, hákim ve savcıların zihniyetine...
Onların devlet,
adalet, hak kavramlarına...
Yargı bağımsızlığına, yargının tarafsızlığına bakışının yanı sıra...
Demokratikleşme sürecine,
Avrupa Birliği’ne ve reformlara nasıl yaklaştıklarına da ışık tutmaya çalışıyordu.
* * *
Dört farklı şehirde, 52 hákim ve savcı ile yapılan 190 sayfalık araştırmayı okuyunca, Türk hukuk sisteminin ‘hukuku korumak ve kurtarmak’ gibi bir arzusu olmadığını çok net bir biçimde görüyordunuz.
Hálbuki
Yargıtay’ın
Onursal Başkanı Sami
Selçuk’un vurguladığı gibi, ‘yargının işi yurdu ve ulusu kurtarmak değil, hukuku kurtarmak’ olmalıydı. Çünkü yurdu ve ulusu kurtarmak ‘siyasetin ve ordunun işi’ idi.
* * *
Çalışma, hákim ve savcıların çoğunun hukuku dinamik bir bilim dalı olarak içselleştiremediklerini açık bir şekilde sergiliyordu.
Yargıç ve savcılar...
Avrupa Birliği uyum sürecine,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına...
Ve
Anayasa’nın uluslararası anlaşmaları mevcut yasaların üstünde gören 90. madde uygulamasına, literatürü takip eden bir
hukukçu kimliği ile değil, ‘milliyetçi’ bir
militan gibi bakmaktaydı.
* * *
Cevaplarda sık sık ‘onur’ kelimesi geçse de bunun ‘devletin ve yönetenlerin onuru’ olduğunu görüyorsunuz. Örneğin rögar kapağı olmadığı için kanalizasyona düşüp ölen bebeğin onuru adalet mensuplarının gündeminde yok...
Gene yargının bağımsızlığı vurgusu var ama hazırladığı
iddianame yüzünden mesleğinden men edilen Van
Savcısı Ferhat
Sarıkaya’yı hatırlatan da pek yok.
Sarıkaya’yı hatırlatan pek kimse yok dedim, çünkü görüşülenler arasında sadece bir tek savcının açıkça
Ferhat Sarıkaya’nın adını andığı ve kendisine yapılanın haksızlık olduğunu söylediği görülüyor.
* * *
Hálbuki...
Eski Genel Kurmay Başkanı
Yaşar Büyükanıt, geçenlerde Mehmet Ali
Birand ile Rıdvan Akar’a hem savcı Ferhat Sarıkaya’yı, hem de dönemin Emniyet
İstihbarat Daire Başkanı
Sabri Uzun’u,
AK Parti hükümetinin yeşil ışığıyla nasıl görevlerinden ettiğini anlatıyordu...
* * *
Çeşitli vesilelerle
yüksek yargı kurumlarının temsilcilerinin görüşlerini dinleyip duruyoruz...
Ben, tüm yargı mensuplarının söylediklerini Ferhat Sarıkaya üzerinden sınıyorum.
Ferhat Sarıkaya iddianame yazdığı için mesleğinden men edildiğinde, ‘
bağımsızlık, onur, milliyetçilik, devlet’ gibi hukuktan yoksun kaldığında tamamen salçalı hamasetin menüsüne dáhil olacak kavramları cömertçe kullananların hiçbiri sesini çıkarmamıştı.
Bizde hukuk yerin
e devleti tutmak, acaba evrensel hukuka karşı silahlı bürokrasinin işaretlerine göre hareket etmek anlamına mı geliyor?
Adalet, özünde bir vicdan temsiliyeti değil mi?
Savcı Sarıkaya’ya yapılan haksızlığa karşı çıkmayan, ses yükseltmeyen,
itiraz etmeyen vicdanın, ‘hukuksal bir vicdan’ olduğuna ne kadar inanabiliriz?
* * *
Mithat Sancar ile Eylem Ümit Atılgan’ın çalışmasını okurken insan, hukuk fakültelerinin yetersiz eğitiminin de ittirmesiyle,
toplum olarak yeryüzü standartlarında çok gelişmiş bir hastaneyi bırakıp, bir mezra üfürükçüsünün yanlış adresinde mi kayboluyoruz diye düşünüyor...
Çünkü
Sami Selçuk’un da söylediği gibi, ‘yargının işi yurdu ve ulusu kurtarmak değil, hukuku kurtarmak’ olmalı...
Yargı yurdu ve ulusu kurtarmaya kalktıkça,
Türkiye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde en çok mahkûm olan ülkelerden biri olmaya devam ediyor, çünkü ortalıkta hukuku kurtaracak kimse kalmıyor.
Kalsa, Ferhat Sarıkaya olayında hukuksal vicdan bu kadar sağırlaşmazdı.