Belki gerçekten de yaşıyordur. Ya da oğlu, kendine güç vehmetmek için böyle bir algının oluşmasını arzulamış olabilir.
Kimileri ‘çok mu önemli’ diyebilir.
Yakın karanlık tarihin son 35 yılına damgasını vuran ve ismi çok sayıda
faili meçhul cinayetle anılan bir şahsın yaşayıp yaşamadığı elbette çok önemlidir.
Sorgulanan ve
itiraflarda bulunan bir
Yeşil, yeni bir ‘
Türkiye Tarihi’ yazılmasına vesile olabilir. O nedenle izinin sürülmesi, karanlıkların aydınlığa çıkarılması bakımından tarihi önemdedir.
Kitabın satır aralarına dikkat kesilince bazı ipuçlarına rastlıyoruz. 1974 yılında istihbaratla tanışan ve bu görevini 20 yıl boyunca kesintisiz yürüten Yeşil’in 1994 yılında
tasfiye edilerek
Ankara’da zorunlu ikamete gönderilmesi, burada yaşadığı iddiasının temelini oluşturuyor.
Dün,
Yüksekova çetesini çökerten ve şimdi
İzmir’de çobanlık yapan
emekli Astsubay Hüseyin
Oğuz aradı, ‘Size söylemiştim inanmadınız, Yeşil Ankara’da yaşıyor, yarın sizi ziyarete bile gelebilir’ dedi.
Oğuz, ayrıca, Yeşil’in daha önce
Antalya’daki bir
operasyon sırasında son anda polisin elinden kurtulduğunu öne sürdü, ‘Orada yazlıkları var’ iddiasında. Yeşil’in oğlu ise evlerinin Ankara’da olduğunu söylüyor. Ancak, babasının bir ara Antalya’ya gittiğini doğruluyor.
Tabi, o ziyaretle, operasyon tarihi örtüşüyor mu, orası muallakta.
Dün ilginç bir gelişme daha yaşandı.
Şırnak’tan bir okur aradı: ‘Yeşil kesinlikle yaşıyor. O vesikalık fotoğrafı ilk kez basına düştüğü zaman
Cizre’de
küçük bir lokantada öğle saatlerinde bir arkadaşıyla birlikte yemek yemiş, hesabı
ödemiş, sonra da
Silopi’ye doğru hareket etmiş.
Kuzey Irak’ta olabilir.’
Bu tür anlar, senaryolar için en verimli zamandır. Şüpheyle baktım. Ama zihnime takılan kitaptaki bir bölümü tekrar okudum.
1995 yılında
Tarık Ümit, İranlı Simitko ve Esmaeli’nin öldürülmesinden sonra MİT’te
Mehmet Eymür tarafından sorgulanan Yeşil, hakkındaki iddiaları reddederken
Susurluk çetesi tarafından işlendiğini iddia ettiği bu cinayetlerin kendine yönelik suikaste gerekçe yapılacağından kuşkulanıyordu: ‘Bana göre programın ikinci safhası var. Beni de götürecekler. Kulaklara şu fısıldanacak, ‘Yeşil İranlıları öldürdü, o da onlar gibi öldürüldü, yaptığının karşılığını buldu’ Bunlar olacak kesinlikle.’
Hem bu cümleden hem oğlu Murat’ın kitaptaki iddialarından anlıyoruz ki, Yeşil, Susurluk ekibinin boy hedefinde. Çıkış yolu arayan Yeşil, o sorguda şunları söylüyor: ‘Ankara’da kalmak artık benim için tehlikeli.’
Nereye gidebilir?
İstikameti şöyle
tarif ediyor: ‘Benim çok sağlam yerlerim var. Ben dediğiniz gibi
Kuzey Irak’a gidebilirim. Benim için Kuzey Irak’a gitmek idealdir. Orada benim yapabileceğim çok
hizmet olur, çok büyük faydalarım olur, yani
yabancı olduğum yer değil. Kuzey Irak’taki arkadaşlar size neler yapabildiğimi görüp bildireceklerdir.’
Gitmiş olabilir mi, mümkündür. Bu satırları okuyunca Şırnak’tan arayan okurun lafları, hiç de yabana atılacak gibi gelmedi doğrusu.
Yeşil’in kitabını kim yazdı?
Doğruluğu şüphe götürebilir ama bu kitapta fazlaca itiraf ve faili meçhul cinayetlerle ilgili iddialara
cevap var. Gerçeği arayanların şüpheci olması doğaldır ancak
Ergenekon mevzuunda olduğu gibi bu konuda da ‘Yeşil’in kitabını kim yazdı, amacı nedir?’ sorusunun ardına sığınarak esası bırakıp usul üzerine hüküm inşa etmek, maksatlıdır.
Oysa doğru yöntem, kitaptaki her iddiayı ve cevabı irdelemek, ulaştığı sonuçları ve vardığı kanaati okuruyla paylaşmak olmalıdır. Kitabı bile görmeden ‘bunların hepsi yalan’ kolaycılığı, sadece Susurluk çetesinin ve eroin tacirlerinin ekmeğine yağ sürer.
Anlaşılan, Susurluk çetesi ve eroin tacirleri, Ergenekon’un da hızlı savunucu bazı yazarlar üzerinden daha işin başında Yeşil’e
linç kampanyası başlatmak üzeredir. Gerekiyorsa linç edelim, ama önce gerçeği arayalım.
Susurluk Komisyonu raporları ile bu komisyonun üyesi
Fikri Sağlar ve
Gazeteci Emin Özgönül’ün kaleme aldığı ‘Kod adı Susurluk’ kitabında işlenen birçok tezin, Yeşil’in anlattıklarıyla örtüştüğünü görüyoruz.
Malum, İranlı Simitko ve Esmaeli’nin cesetleri
Silivri yakınlarındaki Değirmenköy civarında bulundu. Ama Tarık Ümit’e ait hiçbir bulgu yok. Silivri
Jandarma Komutanlığı’nın olayla ilgili hazırladığı raporda, 14
Şubat 1995 günü
Abdullah Baybaşin’in Altınkum sitesindeki evinde kurumuş ve uzun zamandan kalma kan izlerine rastlandı.
Yeşil’in kitabında anlatılan
Behçet Cantürk’ün Susurluk çetesi tarafından eroin kaçakçılığı yapan işadamlarına gözdağı amacıyla öldürüldüğü iddiasını hatırlayalım: ‘Eğer
Behçet Cantürk’ü
PKK’ya
yardım için öldürdüyseniz eroin kaçakçısı Hüseyin Baybaşin’le neden
işbirliği yaptınız?’
Baybaşin ismine dikkat çekmek isterim. Sağlar ve Özgönül’ün kitabından şu alıntıyı da ekleyelim: ‘Tarık Ümit’in eski eşi ile
Mehmet Ağar’ın şoförünün kardeşi Ömür Özçelik’in
KKTC’de kurulan First Merchant
Bank’a ortak oldukları belirtildi.’
O yıllarda Tarık Ümit’in kızı Hande Bilici’nin medyaya yansıyan şu açıklamalarını hatırlıyor olmanız gerekir: ‘Babam kaybolduktan sonra iki MİT görevlisi geldi. Babamın Mehmet Ağar’ın bilgisi dahilinde müşaviri
Korkut Eken’in isteği üzerine özel harekatçı polislerce kaçırıldığını söylediler. Daha sonra Mehmet Eymür’le görüştüm, bana babamın öldüğünü söyledi.’
Bunların hepsi yalan olabilir, doğruluk payı da bulunabilir. Gazeteci olarak kamu adına görevimiz, yalanla doğruyu ayırt etmektir, örtbas etmek değil.
Kaldı ki, gazetecisiniz, bulun gerçek amacı, yazın, sormayın.