Humus'a doğru Şam'dan yola çıkıyoruz. Perde mânasına gelen Ğutâ mevkiinden geçiyoruz. Burası için de bizim
Urfa için söylediklerimize benzer menkıbeler anlatılıyor: Hz. İbrahim burada Berze'de doğmuş. Kâsiyun dağında saklanmış, Ğutâ'da ateşe atılmış... Şimdi buralar sanayi ve yerleşim yerleri... Güzel villalar görünüyor...
Humus'ta doğrudan Hâlid bin Velid Câmii'ne gittik. Sultan II.
Abdülhamit tarafından son hâle getirilen cami ve türbeden arkadaşlarımız mâneviyat yoğunluğu hissettiklerini ifade ettiler. Türbede "Allah'ın müşriklere karşı sıyrılıp çektiği kılınç, Halid bin Velid" yazısı var. Ayrıca cami avlusundaki
mermer bir levha üzerinde Hz. Hâlid'in son döneminde söylediği şu meâldeki sözleri yazılı: "Cesedimde bir karış yara almadık yer kalmadı. Çok savaşlar gördüm. Ama şimdi burnumun üzerinde yatağımda ölüyorum!" Evet o koca
yiğit, o Allah'ın kahraman kılıcı savaş meydanlarında şehit olmak istiyordu. Ama, belki de Cenab-ı Hak, o
mübarek kılıcının savaş meydanlarında kırılmasını istemiyordu... Gerçek hikmetini sadece O bilir. Geçen
Ramazan Bayramı'nda
Suriye Devlet Başkanı Beşşar, namazını burada, Humus'taki bu camide kıldı ve Halid bin Velid'in sandukasının üzerindeki örtüyü kendi elleriyle değiştirdi. Mâlum Beşşar'ın eşi Sünnî ve Humuslu... Şu andaki
Başbakan da eşinin dayısı...
Humus'tan Şam'a dönerken Mâlule'ye uğruyoruz. Mâlule, Şam'a 54 km mesafede bir şehir. Hz. İsa ve annesi Hz. Meryem'in sığınıp 16 sene yaşadığı yer olarak söyleniyor. Gerçekten "Meryem'in oğlunu ve annesini birer ibret vesilesi kıldık ve onları pınarları akan ve yerleşmeye elverişli yüksekçe bir yere yerleştirdik." (Müminûn Sûresi, 23/50) âyeti de buna işaret etmektedir. Burada İncil'in orijinal dili olan Aramice konuşuluyor. Yani hâlen Aramice konuşulan tek yer. Burada 12 kilise var. Ben iki câmi gördüm.
Çarşı içindekinde bulunan camide öğle namazımızı kılmak nasip oldu. O yüksek yere çıktık... Menkıbeye göre, arkalarından takip etmişler fakat dağ yarılmış ve yılankavî ince ve derin bir yol açılmış... Bu heybetli yoldan bir müddet biz de yürüdük. Onlar daha sonra yolun sonunda tepeye ulaşmışlar. Azize Takla'nın mezarının bulunduğu bölümde saklanmışlar. Orada bir pınar da var. Su akıyor. Ecnebî turistler şifalı su diye içiyorlar. Aslında Azize Takla, Konya'nın müşrik kralının kızı iken Hz. İsa'ya iman etmiş. Babası öldürtmesin diye tâ buralara kaçmış ve Hz. İsa ile annesinin sığındığı bu yere sığınmış.
Rivayete göre Hz. İsa (as) ve annesi önce Şam'ın Rabve (Kur'an'da da yüksek yer mânasına bu kelime ile geçiyor) isimli mevkiine sığınmışlar. Orada deşifre olunca, buraya Malûle'nin yüksek tepesine gelmişler.
Rabve mevkiinin dedemle de bir alâkası var. Birinci Dünya
Savaşı'nda dedem Abdullah Çavuş, İngilizlere karşı Filistin'de, büyük kardeşi Ali amcamız Çanakkale'de,
küçük kardeşi Râsih amcamız da İngilizlere karşı
Kanal Savaşı'nda savaşmış... Hicaz Demiryolu Şam'dan geçiyor... Şam'dan geçerken İngilizler, Rabve'de Berede nehrinin kenarında dar bir geçitte pusu kurmuşlar. Bomba ve dinamitle treni ve rayları parçalarken çapraz ateşe tutmuşlar. Askerin maaşı ve diğer ödemeler için tahsis edilen
Osmanlı altınlarını taşıyan trenden altınlar etrafa saçılmış. O hemgâmede dedem de oradaymış. Büyük bir bozgun olmuş. Gerisin geriye Halep'e doğru giden trenin bir vagonuna binip Halep'e kadar gelmiş. Daha sonra
Kurtuluş Savaşı'na iştirak etmiş. İzmir'e giren ilk gazilerden olmuş... Orada, bu hazin geçmişi hatırlayıp hayalen seyretmek de doğrusu insana hüzün veriyor...