Bu konu üzerinde en çok düşünen, fikir yürüten yazarlarımızdan biri olan ve çizgisi resmi söylemle örtüşen
Fikret Bila, "Gelelim çözüme" başlığını verdiği paragrafta şunları söylüyor:
"Ya
Türkiye Cumhuriyeti,
PKK ve DTP'nin özerklik talebini kabul edecek ve bunu
Anayasa güvencesine alacaktır ya da
Kürt vatandaşlarımız etnik ve kültürel farklılıklarını bireysel düzeyde yaşayacak ama kendilerine, "Türk milleti" üst kimliğine
gönüllü olarak, içtenlikle bağlı sayacak ve hissedeceklerdir!
Birinci seçenek PKK ve DTP'nin istediği çözüm; ikinci seçenek d
e devletin istediği çözümdür.
Devlet ve onu yöneten hükümet açısından Güney
doğu'ya özerklik verilmesi ve bunun Anayasa'da güvenceye bağlanmasını mümkün görmek hiç de gerçekçi değildir.
Başbakan Erdoğan da AKP de böyle bir riski alamaz. Böyle bir kararı tek başına da veremez.
PKK ve DTP'nin de "Türk milleti" üst kimliğini güle oynaya kabul edip, "Oh be, kültürümüzü bireysel bazda, birey birey kullanıyoruz, ne güzel" deyip, taleplerinden vazgeçmez..." (
Milliyet, Fikret Bila, 14
Mayıs 2009)
Sonuç; Çözümsüzlük. Buradan uzlaşma ve çözüm çıkmaz, kuvvet kullanımı çıkar.
Sorunun birinci maddesinde ifade ettiğim "millet tanımı"ndaki ihtilaf, Bila'nın devlete atfettiği "Kürtlerin kendilerini "Türk milleti" üst kimliğine gönüllü olarak bağlı saymaları ve hissetmeleri" konusunda çıkıyor.
Böyle bir talebi, azıcık siyasi bilinç kazanmış her Kürt sorgulayacaktır ve oradan yola çıkarak "Neden?" sorusunun ikna edici cevabı verilemez.
Bu, bir "Türk talebi" olarak algılanır ve karşısında "Kürtlük bilinci"ni bulur.
Bir şey daha:
Böyle bir talepten yana görünen her Kürt, "
ihanetle suçlanma" riski ile karşı karşıya kalır.
"Temsil" dediğim sorun da oradan türer.
Başbakan'ın etrafında bulunduğu ve Başbakan'ı Kürt eksenli düşünmeye sevkettiği suçlamalarına
hedef olan
AK Parti Diyarbakır Milletvekili
İhsan Arslan, bakın ne diyor:
"Doğu milletvekili niye konuşmuyor? Çünkü, Doğu'da
hain ve devletle işbirlikçi biliniyoruz, burada da şüpheyle bakılıyoruz..... Cebinizde benim gibi PKK tehdidi yoktur. Teröriste burada
şeytan deniyor, Güneydoğu'da melek. Biz konuşmakta geç kaldık" (
Hürriyet, Şükrü Küçükşahin, 14 Mayıs 2009)
"1925'ten sonra inkarcılık, ulusçuluk, tek etniğe dayalı devlet yapısı oluşmaya başladı. Yanlışlar zinciri bizi buraya kadar getirdi." (
Sabah,
Yavuz Donat, 14 Mayıs 2009)
Başbakan ısrarla, "75 Kürt milletvekilimiz var, DTP, bütün Kürtlerin temsilcisi sayılamaz" diyor. Bu bir "temsil" kavgası. Ama gel gör ki, Diyarbakır'lı Kürt asıllı milletvekili " Doğu'da hain ve devletle işbirlikçi" diye tanınmaktan yakınıyor. Yani AK Parti gibi (yani
CHP ve MHP olmayan)
bölgede çok sıcak bağlar taşıyan bir partinin "Kürt" mensupları bile temsilde bazı kayıplar yaşamış. CHP ve MHP'nin bölge insanı açısından konumunu varın siz tahmin edin.
Soru şu.
İhsan Arslan'ın işaret ettiği "ihanet ve devlet işbirlikçisi" suçlamaları neyi, hangi duruşu kapsıyor acaba?
Bir insan bir Kürt'ün karşısına geçip "Arkadaş sen kendini Türk milletinden say" dediğinde nasıl bir yüz ifadesiyle karşılaşacağını tahmin edebiliyor mu?
Problem derinleştikçe, Türkiye, DTP ve CHP - MHP eksenine oturma, yani Kürt - Türk ayrımını derinleştirme riski taşıyor. Birbirini besleyen iki uç yaklaşım.
AK Parti burada Türkiye bütünlüğünü sağlayacak ara zemini ifade ediyor.
Orada da risk: AK Parti'nin devlet söylemini sahiplendiği durumlarda çıkıyor.
Benim anladığım şu:
Bölge insanı, AK Parti'nin "etnik aidiyet ötesi bir millet tanımı"na inandığını ve bu tanımın, Türkiye'deki bütün etnik aidiyetleri kardeşçe bir arada yaşatma potansiyeli taşıdığını düşündüğü ölçüde AK Parti'ye
destek veriyor.
Hep işaret ediyorum, "ulus tanımını dini devre dışı bırakıp, dil, kültür ve ülküye indirgeyen zihniyet", istese de istemese de etnik temelde bir sonuca ulaşacak ve bu, farklı etnik aidiyetler nezdinde karşılığını bulacaktır.
Doğu - Güneydoğu'da, DTP - PKK mutfağında üretilip tezgaha konulan
propaganda şudur:
-AK Parti, Türklük ve Kürtlüğü aynı potada buluşturan
İslam unsurunu önemsiyor. Ama devlet onu, tam da bu enstrümanı kullanarak, Kürtleri asimile etme aracına dönüştürüyor.
Bu söylem, AK Parti'nin "
hizmet politikası"nı etkisiz kılmak için devreye sokuluyor.
Bu, "İslamcılar, bir kademe sonra milliyetçileşir, onun için onların din eksenli çağrılarına
kulak asmamak gerekir" propagandası ile paralel gelişiyor.
Bu, Diyanet tarafından gönderilen irşad heyetleri için de devreye sokuluyor.
Bu,
sivil toplum kuruluşlarının kardeşlik hamlelerini yıpratmak için de devreye sokuluyor.
Ve tüm bunlar, sonuçta, "Ne yapılsa tatmin edilemiyor" bıkkınlığı oluşturmayı hedefliyor.
İş zorlaşıyor.
Bu eksende atılan her adım, "çözüm" gibi görünse de, etnik bilinci derinleştiriyor ve Türkiye'yi uzun vadede "korkulan"a doğru götürüyor.
Yaşadığımız ortam, istisnasız herkesi "Aklını başına al, zaman saplantılarla hareket etme zamanı değil" diye uyarıyor.