29
Mart yerel seçimlerinin “sonun başlangıcı” olmasından endişelenen AKP lideri Erdoğan ilk neşteri
kabineye vurdu ve genel seçimlere daha emin girebilmek için en güvendiği isimleri yanına topladı. Ve yapılan değişiklikler üzerine AKP’nin özüne döndüğü, Erdoğan’ın Milli Görüş gömleğini yeniden giydiği yorumları yapıldı.
Bu değerlendirmelerin kısmen doğruluk payı taşımakla birlikte abartılı ve sonuç olarak yanlış olduğunu düşünüyorum.
Yeni kabine düzenlemesinde
Saadet Partisi’nin yükselişinin etkili olduğu kesindir. Fakat 29 Mart’ta AKP esas olarak
Güneydoğu’da DTP’ye, Batı bölgelerindeyse
CHP ve MHP’ye yenik düştü. Bu durumda Erdoğan’ın tek ölçü olarak SP’yi alması AKP’nin intiharıyla eşanlamlı olacaktır. Fakat mevcut kabineyle SP dışında CHP, MHP ve hatta DTP ile aynı anda nasıl mücadele edebileceğini kestirebilmek de zor. Yeni kabine düzenlemesiyle Erdoğan’ın “dışa açılma” kaygısını terk ettiği sonucunu çıkarmıyorum. Erdoğan’ın (galiba
Abdullah Gül’ün de) bugüne kadar izledikleri, “dışarıdan
transferler aracılığıyla dışa açılma” stratejisini terk edip sonuna kadar güvenebileceği isimlerle önce mevcut tabanını koruyup ardından “kontrollü bir
açılım” stratejisini devreye sokmak isteyeceğini düşünüyorum.
Gidenler ve gelenler
Hatırlayalım, Erdoğan ve arkadaşları AKP’yi kurarken hem Milli Görüş gömleğini çıkartmış, hem de Milli Görüş’ün omurgası üzerinden yeni bir kitle partisi oluşturmayı hedeflemişlerdi. Fakat kendi dışındakileri ikna edebilmekte epey zorlandıkları için başta merkez sağ partilerden ve
ülkücü hareketten az sayıda ismi saflarına çekebildiler. Bununla birlikte AB reformları sayesinde parlak geçen ilk yılların ardından açılım imkanları arttı. Örneğin, 22 Temmuz 2007 Genel Seçimleri öncesi merkez sağ dışında, merkez sol ve Alevilerden de bazı
siyasetçilerin katılımıyla AKP’liler, tıpkı Turgut
Özal’ın
ANAP’ı gibi “dört eğilimi kucaklama” iddiasını daha güçlü bir şekilde seslendirir oldular. Fakat
Cuma günkü
kabine revizyonu, bu açılım projesinin büyük ölçüde başarısızlıkla sonuçlandığını ve Erdoğan tarafından (herhalde Cumhurbaşkanı Gül’ün de onay ve desteğiyle) rafa kaldırılmış olduğunu bizlere gösterdi. Hızla bir göz atalım: Gül kabinesinden itibaren
bakanlık yapan DYP kökenli (ve AKP kurucusu)
Hüseyin Çelik, ANAP kökenli
Murat Başesgioğlu ve MHP’ye yakın olduğu bilinen Kürşat
Tüzmen kabine dışı kaldı. Yeni 9 bakandan hiçbirisinin Milli Görüş hareketi dışındaki herhangi bir partide siyaset yapmış olduğunu bilmiyoruz. Buna karşılık, başta
Bülent Arınç olmak üzere, yeni bakanlar arasında Nihat
Ergün,
Sadullah Ergin,
Taner Yıldız gibi Milli Görüş kökenliler ve
Ahmet Davutoğlu, Ömer
Dinçer gibi “partisiz İslamcı aydınlar” dikkat çekiyor. Sonuç olarak mevcut kabinede sadece eski CHP’li
Ertuğrul Günay ile eski ANAP’lı
Cemil Çiçek var ki, Çiçek daha AKP kurulmadan önce, ANAP’tan
istifa edip Fazilet Partisi’ne katılmıştı.
Mumcu’yla yaşanan kırılma
AKP’nin “dışa açılma” stratejisi neden yürümedi? Bu soruyu cevaplamaya girişmeden önce
Erkan Mumcu’nun, yanlış olduğu artık açık olan bir
takım hesaplarla AKP’yi çok
erken terk etmesinin bir “kırılma noktası” olduğu saptamasını yapmamız lazım. Mumcu AKP’nin transferleri içinde en istikbal vadeden isimlerin başında geliyordu ve partiyi genişletmek güç katmak yerine, bir grup “küskün” milletvekilini de peşinden sürükleyerek ayrılması büyük bir şok etkisi yarattı. Mumcu olayının etkisiyle Erdoğan ve kurmayları “iddialı” transferlerden iyice uzak durdular. Bu açıdan 22 Temmuz öncesi
Ertuğrul Günay’ın bir grup arkadaşıyla seçilecek yerlerden milletvekili yapılması AKP için “mini bir devrim” niteliğindeydi.
AKP “dışa açılma”yı, geleneksel politikalarında köklü ve inandırıcı değişiklikler yapmak yerine birkaç transferlerle gerçekleştirebileceğini sandı ve çok kötü yanıldı. Transfer edilen isimlerin çoğu deneyimli politikacılar olduklarından, kendi varlıklarının AKP için ne derece önemli olduğunu çok iyi kavradılar ve büyük ölçüde bunun nimetlerinden istifade ettiler. Buna karşılık, istisnalar hariç, yeni partilerini eski mahallelerine taşımak için canla başla çalıştıklarına da pek
tanık olmadık.
Artık iş başa düşmüş durumda. Erdoğan ve arkadaşları, pek kimseyi aracı olarak kullanmadan kendilerine mesafeli duran kesimlere açılmak ve oy kaybını durdurmak isteyeceğe benziyorlar. Bu yeni stratejinin başarı şansını yok denecek ölçüde az görüyorum. Yani
yeni kabine de AKP’nin gerileyişini durdurabileceğe benzemiyor.