G.K.Başkanı da gazetecilerin karşısına geçip kendi alanı ile ilgili olan ve olmayan her konuda konuşursa tenkitlere de dayanacaktır, dayanmalıdır, bundan kimse alınmamalıdır. Olmaması gereken şey, hem askerin hem de başkalarının orduyu yıpratacak, gücünü ve vazifesini olumsuz etkileyecek kasıtlı davranışlarda bulunmaktır.
Bir
köşe yazarı G.K.Başkanının konuşmasını “Apoletli başbakan konuşması” şeklinde değerlendiriyor. Demek ki, asker de sınırının dışına çıkamayacak.
Son konuşmada Başkan, irtica deyip tutturmamış, bu müspet bir gelişme. Ama yakın geçmişte bir toplantıda geçen konuşmalar ibret vericidir ve orduda bu zihniyetin devam etmesi (ederse, ettiği takdirde)
ülke bütünlüğüne zarar verici mahiyettedir.
Bir iki yazıda bu konuşmaları değerlendirmek istiyorum.
Ergenekon iddianamesinin 248 klasörlük eklerinde
Başbakanlık'ta 4 Ocak 2006'da gerçekleşen
güvenlik zirvesi toplantısının kayıtlarına da yer verilmiş.
Bu toplantıya askerlerden dönemin Genel
kurmay Başkanı
Hilmi Özkök, Kara
Kuvvetleri Komutanı
Yaşar Büyükanıt,
Hava Kuvvetleri Komutanı
Faruk Cömert ve
Jandarma Genel Komutanı Fevzi Türkeri ile diğer
kuvvet komutanları katılmışlar.
Toplantıda K.K. Komutanı söz alarak şöyle demiş: “
Anayasa 2. maddesinde
Atatürk milliyetçiliğine bağlılık niteliği var. Bizim en büyük kabahatimiz bu konuyu anlatamamızdır. Ülkü, dil, kültür birliği ulusun oluşmasında temel unsurlardır. Din konusu ulusun oluşumunda söz konusu değildir.”
Buna karşı başbakan da “Burada size katılmıyorum” cevabını vermiş.
İşte benim ısrarla üzerinde durduğum nokra budur:
Asker, güvenlik zirvesinde kendi görev alanı içine giren konuları, bu alanda ne yapıp ne yapmadığını… konuşacak yerde Anayasa yorumluyor, ideolojik ilkeler koyuyor, kültür sosyolojisi alanına giriyor ve bir sosyolog gibi teori oluşturuyor, bu teori üzerine korku ve endişe, bunun üzerine iktidara yönelik tenkit ve değerlendirme, onun üzerine de üstü kapalı tehdit bina ediyor. Bu olamaz, olmamalıdır.
Ayrıca alanının dışına çıktığı için hata da ediyor; en büyük hatası, ulusun oluşması, birlik ve bütünlüğü bakımından dinin rolü karşısında takındığı olumsuz tavırdır, bununla da kalmayıp halkın dindarlığının artması, kimliğini tanımlamasında dine birinci sırada yer vermesi sebebiyle rahatsız olması ve bunu şikayet konusu haline getirmesidir.
Temel (birincil) unsur olarak ümmet birliği dine, ulus birliği ise kan (soy) veya kültür birliğine dayanıyor/dayandırılıyor. Ümmet kavramını, bağını ve dayanışmasını kaybetmeden bugün bir veri (gerçeklik) olarak karşımıza çıkan, içine girdiğimiz ulus birliğini kurup geliştirmenin yolu ve imkanı vardır; bunu arayacak yerde ümmeti ulusun karşısına dikmek ve ulusun kültürü içinde çok önemli, silinemez, yok edilemez varlık ve etkisi bulunan dini devreden çıkarmaya çalışmak vahim hatadır.
Gelecek yazıda Anayasa'nın 2. maddesinden hareketle tenkit ve tahlile devam edeceğim.