Siyasal bilgiler mezunu, çeşitli yayın organlarında
yönetici seviyesine kadar yükselmiş bir gazeteci. Kitabı
İngilizce ve
Türkçe basılmış bir edebiyatçı.
Orhan Yılmazkaya, sadece ayak takımının
terörist olabileceği iddiasında bulunanları ters köşeye yatırdı. Ölmeye ve öldürmeye şartlanmış bu kişi, terörü siyasal
araç olarak gören tipik bir örnek. Maalesef yakın tarihimizde örneklerine fazlasıyla rastlanan bir tür.
Aynı şekilde saygın bilinen insanların özel mülklerinde ağır silahlar ele geçiriliyor. Çok saygın kurumlara mensup
kamu görevlileri mahkeme kararıyla silahlarla ilişkisi tespit edilip tutuklanıyor. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin gözde birliklerinde albay,
yarbay rütbesinde görev yapan insanları mahkûm olmadan mahkûm etmiyoruz. Ancak hâkimlerin
tutuklama kararı vermelerine sebep olacak kadar suç şüphesi ve yeterli
delil bulunduğu ortada. Hukukun temel ilkelerinin bazılarını her gün tekrar edip, bir kısmını hiç görmezden gelmek, hukuka olan inancı zedeliyor. Masuniyet karinesi, suç ispat edilene kadar suçsuzluk ne kadar önemliyse;
kanun önünde eşitlik de o kadar hayatîdir. Kast sistemine geçtik de haberimiz mi yok? 'Filanca suç işlemez, işlese bile görmezden gel' biçimindeki mantık, hukukla ve demokrasiyle bağdaşmıyor. Hadi bazılarının demokrasinin alternatifi sandıkları cumhuriyete uyarlayarak da söyleyelim. Cumhurun, fertlerin eşitliğine dayanan cumhuriyete hiç yakışmıyor.
Örneklerden anlaşıldığı üzere suç, 'ayak takımı' diye nitelenen kişilere mahsus değil. Hatta bazı suçlar için eğitim, çevre ve konum şartı bile bulunuyor. Darbe suçu için de bu şartları sıralayabiliriz. Darbeye ortam hazırlamak, kamuoyunu
darbeye ve tabii ki kurtarıcılara ikna edecek
sokak timlerine ihtiyaç vardır. Ama bu, dinamitin ucundaki fitil gibidir. Asıl patlamayı ve yıkımı ana gövdedeki barut yapar. Toplumun çeşitli katmanlarına yerleşmiş, kendilerine saygın konumlar edinmiş kişiler de ikna sürecinde önemli yer tutarlar. Fakat bunların asıl işi 'devrim'den sonra başlar.
Ergenekon iddianamesinde yer alan bilgilere göre 20-30 yıl görevde kalacak, cahil halkı yeniden şekillendirecek
beyin takımlarına ihtiyaç vardır. Bir sabah yönetime el koyduklarında hazırlıkların tam olması gerekir. Yerel yönetimlerden merkezî hükümete kadar bütün idare kademeleri için kadro hazırlamak şarttır. Ekonomiyi teslim alacak olanlar ile medyaya bayrağı dikecekler bir yerlere yazılmış olmalı. Hatta askeriye ve polis içinde muhaliflerin yanına önceden mim konulmalı ki; sonradan problem çıkarmalarına izin verilmesin. 27 Mayıs'ta 255'i
general 5.000 subayı
emekli etmenin başka anlamı var mı?
Hem ikna süreçlerindeki ihtiyaç hem de kadro sıkıntısı, darbeciliğin temeline 'saygın' insanları koymayı kaçınılmaz kılıyor. Saygın isim denince akla Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı
Türkan Saylan geliyor.
Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde kameralar önünde, "Biz asılız, bizim istemediğimiz hiçbir şey olmaz." diyen Saylan, kendini, ilan edilmemiş kast sisteminin en üst basamağında görüyor. O suç işlemez veya işlese de görmezden gelinmeli diyenler de herhalde aynı kanaatte. Fakat iddialar ve bizzat Saylan'ın kendisi kafa karıştırıyor. Saylan, başörtülülere hakarette beis görmüyor;
casus,
militan gibi nitelemeler yapıyor. Koca bulmak için başlarını örttüklerini ileri sürüyor. Bu cümleleri 'Oflu Hoca' başı açıklar için sarf etse
kıyamet kopmaz mıydı? Bugün Gazetesi'nin,
ÇYDD aramalarında çıktığını iddia ettiği
belge de tüyler ürpertici. Ayırımcılıkla ilgili olanlar bir tarafa,
kaos ortamının asıl tetikleyicisi
araba kundaklayanlara burs verildiği iddiası korkunç. "Listelerde göstermeyelim, ama bursu aksatmayalım" cümlesi ispatlanırsa başka ispata ihtiyaç olmayacağı kanaatindeyim.