Kıtanın
Portekiz’deki son noktası Cabo da Roca’dan. Yolları, Maçka’nın,
Altınoluk’un izlerini taşıyan, evleri Alaçatı’nın kireçli duvarları kokan, palmiyelerinin ardında
İzmir görünen… Yurdumuzun her tarafından bir parçanın yaşadığı
Lizbon’un yolu çıkar mı bir gün
Türkiye’ye diye düşündünüz mü?
Edebiyatta
Jose Saramago, fadoda(geleneksel
halk müziği) Amalia Rodrigues, gitarda Antonio Chainho, resimde Paula Rego ile tanıdığımız, 1974’te Karanfiller devrimi ile demokrasiye geçip 1986’da Birliğe giren 10 milyon nüfuslu “Portekiz İmparatorluğu”na bugün baktığımızda neler değişmiş neler…Bu değişim ve dönüşümler Türkiye için de bir anlam taşıyor kuşkusuz.
Avrupa Gazetecilik Merkezi’nin davetlisi olarak gittiğimiz Portekiz’in başkenti Lizbon’da şehir ve insanlarla tanışma fırsatı bulduk. Portekizli gençler, 1986’dan 1999’a kadar
Avrupa Birliği’nden gelen paralarla bir dönüşüm yaşadıklarını sanmışlar. Taa ki birliğin genişleme kararı alması ve
ülkelerine aktarılan paraların kesilmesine kadar. Ekonomik yardımların kesilmesiyle daha önce
yurt dışında eğitim alan gençler şimdi
burun kıvırdıkları
balık ağlarını yüklenmeye razı olmuşlar. Kriz nedeniyle az paralara balıkçılık yapıyorlar. Ülke yurt dışından da balıkçı bekliyor.
Avrupa Birliği’ne karşı tepkisiz bir hayat var burada. Haziran ayında Avrupa
Parlamentosu
seçimleri yaklaşırken bu kaygısızlık orada da kendisini gösterecek gibi. Lizbon’un tüm yollarında Parlamento’ya seçilmek isteyen siyasetçilerin devasa posterleri asılı. Ancak daha öncekilerde yüzde 50’lerde olan seçimlere
katılım oranı bu seçimde yüzde 30’lara düşecek görüşü hakim. Lizbon’lu
Jose Manuel Barroso Birliğin
yönetim merkezi Avrupa Komisyonu’nun Başkanı, Parlamento’da bir partinin lideri de Portekizli. Tüm bunlar halkın siyasetçilere ve AB’ye tepkili olmasının önüne geçemiyor. Halkın seçip AB Parlamentosu’na gönderdiği kişiler dönüp arkalarına bakmıyormuş.
Brüksel’in Strazburg’un paralı, bol prestijli işlerine kendisini kaptırıp arkada Portekiz halkını unuttukları dillerde dolaşıyor.
Portekiz sömürge imparatorluğunun günümüzde ayakta kalmasının nedeni olarak AB değil, o sömürgelerden günümüzde de yararlandıkları gösteriliyor.
Angola,
Gine,
Mozambik gibi ülkeler hala dolaylı olarak ekmek kapısı. İlginç olan yıllarca
Afrika topraklarından gelip Portekiz için çalışan bu insanlar bir türlü ülkede bir yerlere gelememişler. Yönetimde, devlet dairelerinde bir tek kişi yok. Devlete kayıtsız kalan ya da öyle olması zorlanan bu insanların günümüzde yaptığı tek şey Portekiz sokaklarında gece gündüz uyuşturucu madde satmak. Bunun bir açıklaması da 1999’dan sonra işsiz kalan insanların bu işe yönelmeleri. Yani
fatura yine AB’ye çıkarılıyor. Seçim dönemlerinde hiçbir politikacı göçmenlere, Afrikalılara yönelik hiçbir vaatte bulunmuyor. Buna ne politikacıların ne de insanların ihtiyacı varmış. Ülkede beş partinin ağırlığı var.
Milliyetçi tüm partiler 1974’te demokrasiye geçildikten sonra anlamlarını yitirmişler. Yine de kağıt üzerinde bulunan bir parti binde birlerde oy alıyormuş. AB konusunda
iktidar ve muhalefet farklı görüşleri savunuyormuş gibi görünseler de yönetime gelince pek farkları kalmıyormuş. Yönetimde sosyalist partinin liberal politikalar yürütmesinde şikayetçi halk. Sol eski sol değil serzenişi var bizdeki gibi. Portekizli gazeteciler de heyecanla bizdeki son yerel seçimleri soruyorlar. Tabi
Kürt sorunu ve
Ermeni olayları da dillerde.
Bazı şehirler ülkelerinden daha fazla anlam taşır.
Kopenhag şehri Kopenhag kriteleriyle, Maastricht şehri AB’yi kuran Maastricht Antlaşması’yla bilinir. Lizbon da
İstanbul gibi yedi tepe üzerine kurulmasının ötesinde AB’nin yeni anayasası olacağı öngörülen Lizbon Antlaşması’yla biliniyor artık. Görüştüğümüz
Avrupa Parlamentosu Sosyalist Grubu'nun Portekizli
Milletvekili Joel Hasse Ferreira, Lizbon Anlaşması’nın uygulanacağından umutlu. Ferreira Türkiye’nin AB üyeliğini de canı gönülden desteklediklerini söylüyor.
Samanyolu Televizyonu’ndan geldiğimi öğrenince ilk tepkisi “Önemli bir kanal” oluyor.
AB Komisyonu’nun Portekiz’deki delegasyonunda 30 kişi çalışıyor. Oradaki bir yetkili üye olmadığı halde
Ankara’daki delegasyonda 150 kişinin çalıştığını hatırlatarak Türkiye’nin önemli ve ciddi bir ülke olduğunu anlatıyor.
1994 yılında Avrupa
Kültür Başkenti olan Lizbon’un sokaklarında, evlerinin dış cephelerinde, kiliselerinin içinde çiniler dikkat çekiyor. Endülüs’ten kalmış bu gelenek Vasco da Gama’nın uzak doğudan getirdiği çini ile birleşmiş. Bugün dini, dekoratif amaçlı kullanılıyor. Yeni yapıların kenarında gecekondular yerini koruyor. Güzelim
boğazda da bizdeki gibi
yalı kültürü yok. 1755’teki büyük depremden sonra insanlar okyanusa yakın boğaz kenarına yerleşme konusunda hala tereddüt yaşıyorlar. O nedenle manzaralı boğazda sanayi işletmeleri ağırlıklı yer alıyor.
Çam ağaçları, palmiyeler,
üzüm bağları, dağların yamacında kümelenmiş badana kokulu evler, bu topraklar sanki bizim. Okyanusun sert rüzgarı Lizbon dağlarında ince belli çayırları okşarken, denize çıkıp dönmeyenlerin acısını anlatan o titrek fado sesi de kalplerimizden parçalar bırakıyor yol kenarlarına. Avrupa’nın en
batısına
veda edip en doğusuna dönüyoruz, bir gün geri dönecekmişcesine…