Dün baktım
Hürriyet, arazisinde cephanelik çıkan İSTEK Vakfı’nın patronu
Bedrettin Dalan’a güzellemeler yapmış. Efendim,
Sabah, star, Yeni
Şafak ve
Taraf bu haberleri Dalan’la neden ilişkilendiriyormuş.
Saygın başyazarımız
Oktay Ekşi, bu başlıklar için ‘Kirli gazetecilik’ diyor. Dalan’a kefil oluyor, bu silahların o arazide bulunmasının Dalan veya vakıfla bağlantılı görülemeyeceğini iddia ediyor.
Bir de soruyor: ‘Bu, kamuoyunu utanmazca yönlendirme değilse nedir?’
Genel Yayın Yönetmeni
Ertuğrul Özkök de aynı konuya değinmiş. ‘Kesin bilgi mi kesin
inanç mı?’ sorusuna
cevap arıyor.
Diyor ki: ‘Sabah toplantısında arkadaşlara sordum. Bu mühimmatın oraya Dalan’ın gömdürdüğü konusunda kesin bir bilgi var mı? Arkadaşların elinde, o mühimmatın oraya Dalan veya İstek Vakfı’nın bir üyesi tarafından gömüldüğüne dair herhangi somut bir bilgi yoktu. Öyleyse kaynak ne? Polisten sızdırılan bilgiler. Söyleyen kim? Belli değil.’
Şu cümlesine özellikle takıldım: ‘Ben elbette Dalan’a kefil falan değilim, ama elimizdeki bilgiler net değil. Polisten sızdırılan haberlerle ne gazetecilik faciaları yaşandığını
Ergenekon davası sürecinde epey gördük.’
Güzel...
Beyler, Hürriyet’in yakın tarihini yazan iki isim olarak siciliniz bir hayli bozuk, ne cüretle gazetecilik dersi veriyorsunuz?
Önce yıkanın, arının. Sonra bu kirli gazetecilik meselesini hep birlikte masaya yatıralım.
Hele Ekşi sen sus. Gazetecileri savcılara ihbar eden,
iftira atan bir adamsın. ‘Kirli’ sözcüğünü hiç ağzına alma.
Ertuğrul Bey,
Danıştay cinayetinden sonra yazdıklarını hatırlıyor musun? Hatırlayıp utanıyor musun?
Maziye bakalım
Tarih, 18
Mayıs 2006. Başlık şöyle: ‘
Cumhuriyet’in 11
Eylül’ü.’
Okuyalım: ‘Bu yazıyı yazdığım sırada bu menfur cinayetin tüm gerçekleri aydınlanmış değildi. Önümüzdeki bilgiler bir fanatiğin
türban kararını
protesto için bu cinayeti işlediğini gösteriyordu. Ama hükümete yakın kaynaklar, bu işin altından ‘ulusalcı’ bir komplonun çıkabileceği yorumunu yapıyordu. Hatta katilin
Sedat Peker ve
Veli Küçük’le ilişkisinin bulunduğu istihbaratı veriliyordu. Ama bu fısıltılar asıl mesajını etkilemiyor.’
Yukarıda Dalan’la ilgili arkadaşlarınıza sormuşsunuz, o zaman da sordunuz mu: ‘Kesin bilgi var mı?’
Sormaya gerek yok, zaten ‘...tüm gerçekleri aydınlanmış değildi’ diyerek
itiraf ediyorsunuz, karşı iddialar için yazıyı değiştirmeye değmeyecek ‘fısıltı’ tanımı yapıyorsunuz.
Zembereğiniz öyle boşalmıştı ki, din adına işlenmiş cinayetlere gönderme yapıp daha
iddianame yazılmadan, daha dava bitmeden hüküm verdiniz: ‘Ve bu fanatizm çetelesinin son maddesi de dün yazıldı.’
Tepkiler oldu.
25 Mayıs 2006’da yine döşendiniz: ‘Bir ülkede, anayasal düzenin en kritik kurumlarından biri basılır ve dini konuda karar vermiş bir dairenin üyeleri toptan öldürülmeye kalkışılırsa, bu tarihi önemde bir olaydır. O nedenle ben buna ‘Cumhuriyet’in
11 Eylül’ü olarak bakmaya devam edeceğim.’
Peki siz, birinci gün, birinci hafta böyle bir hükmü verirken, hangi gerçekçi bilgilere dayandınız?
Manşetinizi hatırlayın: ‘Kaşıya kaşıya’
Radikal’in manşetini hatırlıyor musun: ‘Yargıya Türk-
İslam Sentezci
Saldırı.’
Hele diğer yazarlarınızdan alıntılara başlarsam, tümden çuvallarsınız.
Danıştay utancı
Üstelik o tarihe kadar ‘din’ bağlantısı kurulabilecek fikri yapıda tek
şüpheli yoktu. Fail Alpaslan
Arslan ulusalcılarla haşır neşir bir isimdi. Osman
Yıldırım çek
senet tahsilatçısı, eski katildi. Tekin İrşi,
Bostancı’da barmen olarak çalışan, tanıklara göre bali bağımlısı ve kendini solcu olarak
tarif eden biriydi. Erhan Timuroğlu,
alkol bağımlısıydı.
Sinan Berberoğlu, sahtecilik suçundan aranıyordu.
Sözüm ona bu ekibe ‘dini’ motif kazandıran
Salih Kunter ve
avukat Süleyman Esen’in isimlerini,
Alpaslan Arslan 40 gün sonra açıkladı. O yazıyı kaleme aldığınızda bu isimler henüz ortada yoktu.
Ama
Milliyet’ten
Melih Aşık ve Ergenekon sanığı
Emin Gürses biliyor gibiydi! Gürses, cinayetten sonraki ilk hafta çıktığı bir TV kanalında, bu ekibin arkasından bir şeyhin olduğunu söyledi, Aşık da bu iddiaya balıklama atlayıp köşesine taşıdı.
Melih kardeşin, ‘bu bilginin kaynağı nedir?’ diye sormadı.
Sonra ne oldu?
Danıştay davasını karara bağlayan
Ankara 11. Ağır
Ceza Mahkemesi, ‘ekibin başı şeyh’ diye lanse edilen Salih Kunter’in beraatine karar verdi. Yani, daha
dosya Yargıtay 9. Ceza Dairesi’ne gitmeden
mahkeme Kunter’i suçsuz buldu. Süleyman Esen ise sadece
Cumhuriyet Gazetesi’ne atılan bombaları temin ettiği iddiasıyla 10 yıla mahkum edildi.
Danıştay cinayetinden sorumlu tutulmadı.
Nihai olarak Yargıtay, davayı bozdu ve Ergenekon’la irtibatına bakılmasını istedi. Ankara 11.
Ağır Ceza Mahkemesi ise bu bozma kararına uydu.
Ertuğrul Bey, şimdi size sorma zamanı değil mi: ‘Elinizde hangi kesin bilgi vardı da Danıştay cinayetinde birinci gün bu hükmü verdiniz?’
Oktay Bey’e de yukarıdaki cümlesini hatırlatıp sormak gerekmez mi: ‘Bu yaptıklarınız utanmazca yönlendirme değilse neydi?’