YAZIKLAR OLSUN DEDİRTEN ÇİFTE STANDARTLAR

O gün bugündür ne Türk Silahlı Kuvvetleri yetkililerinden bir açıklama geliyor ne de bazı medya kuruluşlarından.


Cihan Haber Ajansı muhabiri Lütfi Aykurt dağ başında, kar altında bırakıldı. Haberi CİHAN Genel Müdürü Abdulhamit Bilici köşesinde kibarca yazmasaydı öğrenemeyecektik. Meğer Bilici, Muhsin Yazıcıoğlu'nun hazin vefatı sırasında kamuoyunun hassasiyetini düşünerek bu olayı gündeme getirmemiş. 'Askerimiz yıpranmasın, ferdî bir hatadır' efendiliği içinde sakladığı olay satır aralarında geçince anlaşıldı ki DHA muhabirini taşıyan askerî helikopter CİHAN muhabirini dondurucu soğuğa terk etmiş. O gün bugündür ne Türk Silahlı Kuvvetleri yetkililerinden bir açıklama geliyor ne de bazı medya kuruluşlarından. Basın Konseyi dilini yutmuş adeta. Doğan Medya Grubu'ndan tık yok. Kendilerine kesilen vergi cezası ya da boykot çağrısı sırasında basın özgürlüğünden bahsedenler bir muhabirin dağda bırakılmasından tek satırla bahsedemiyor. Vaktiyle Başbakanlık, bazı muhabirleri yalan haber yazmakla suçlamış ve onların akreditasyonlarını iptal ettiğini duyurmuştu da aylarca süren tartışmalar açarak basın özgürlüğünden dem vurmuşlardı. Kaldı ki orada akreditasyonun kişilere yönelik olduğu ısrarla söyleniyor, kurumsal olarak hiç kimseye önyargılı bir muamele yapılmadığı vurgulanıyordu. İnsanlık suçu sayılan bir konuda gazetecilik yapılmıyorsa göstere göstere icra edilen bir çifte standart var demektir... YARGIDA AKLANMAK BİLE KESMİYOR BAZILARINI Geçenlerde bir kanala kurulmuş birileri Fethullah Gülen ve sevenlerini adeta linç ediyor. Habercilik ile ihbarcılık arasındaki sırrı yok ederek savcıları göreve çağırıyorlar. Özü sözüne karışmış birileri de çanak tutuyor onlara. Neyse ki Serdar Turgut araya giriyor ve 'anlamaya çalışmak'tan bahsediyor. Ezber bozuluyor bir anda. Ayıp ettiklerini anlıyorlar galiba. Halbuki medyanın aklıselim sahibi insanlardan bu kadar mahrum kalmaması gerekiyor. Nitekim sağduyu devreye giriyor ve Hüseyin Gülerce programa telefonla katılıyor ve karalamaya yönelik çirkin lafları bertaraf ediyor. Savcılığı harekete geçirmek isteyenlere hatırlatmalarda bulunuyor. Programda dile getirilen saçmalıklar nedeniyle Fethullah Gülen'in yıllarca yargılandığını, mahkemenin oybirliği ile beraat kararı verdiğini, sonra Yargıtay Başsavcılığı'nın bu kararın bozulması için itiraz ettiğini söylüyor. Ve nihayet Yargıtay Ceza Genel Kurulu 24 Haziran 2008'de oyçokluğuyla Başsavcı'nın itirazının reddine karar vererek beraatı onadığını anlatıyor. Peki, medyatik lince yeltenenler bu gerçeği bilmiyor mu? Yoksa Genelkurmay Başkanı'nın 'yasalar çerçevesinde daha etkin cevaplar verebilmek' sözünü savcılığa ihbar emri olarak mı algılıyor birileri. Hani 'masuniyet karinesi'? Bu artık 'yargısız infaz' değil; yargıyla aklanmış bir insanın ya da kitlenin infazıdır ve insanlık suçudur! Çağdaş Yaşamcıların ifadelerine başvuruldu ya; kıyameti koparıyor medya. Niçin? Çünkü onlara dokunulamaz. Hani 'kanun nezdinde herkes eşit'ti? Şiddetli sağlık sorunu yaşayan Türkan Saylan'ı kanal kanal dolaştırıyorlar şimdi. Her gittiği yerde duygu sömürüsüne yol açacak yeni ayrıntılar ekliyorlar. İfadesine başvurulan Çağdaş Yaşamcılar için bir gazete aynen şöyle başlık atıyor: 'Eğitim Melekleri' Niçin? Burs veriyorlarmış, eğitime katkı sağlıyorlarmış. Tamam, güzel! Ancak bu gayretleri başkaları yaptığı zaman niçin zerre miktar kalbinizde takdir hissi uyanmıyor? İnsanların ille de sizinle aynı ideolojiyi mi paylaşması gerekiyor? Sonra mesele, burs toplamakta değil; darbecilerle bir bağlantı kurup kurmadıklarında. 'Misyonerlik yapanlara neden karşı çıkıyorsunuz?' diyorlar. Mesele o değil ki! Bir yandan misyonerlik yapılıyor; diğer taraftan ulusalcılık kisvesi altında 'Din elden gidiyor, yabancılara topraklarımız peşkeş çekiliyor vs.' deniyorsa; hatta bu propaganda ile darbeye sivil toplum görüntüsüyle zemin hazırlanıyorsa burada problem var demektir. Gülseven Yaşer isimli bayan, Doğan Grubu'na (neden sadece o gruba bilemiyorum) mektup gönderiyor. O mektupta da bu sıralar ağız birliği ettikleri 'cemaat' suçlamasında bulunuluyor. Diyelim ki bunun bir haber değeri var. Ancak şunu unutmamak lazım: Ergenekon iddianamesinde Gülseven Yaşer'e ait olduğu iddia edilen e-mail çıktı ve orada aynen şu cümleler var: Sevgili Mesut, Fethullah'ın davası ile ilgili aleyhte yeni tanıklar bulmamız lazım. Bizim avukat Hüseyin Bey mahkemenin aleyhimize doğru gittiğini, Eyüp ve Serhat alçaklarının da her an karşı tarafa dönebileceğini söyledi. Şu bizim Serhat'ın bir akrabası varmış, Cihat isminde bir çocuk. Biraz para vererek Fethullah aleyhinde mahkemeye çıkartmayı düşünüyorum... Bu konuda bizim emekli Albay Cem Bey de çocuklarla konuşarak, teklifin sanki askerden geldiğini ima edecek. Acilen yeni tanıklar bulmamız lazım. Fevzi Türkeri Paşa ve Kemal Yavuz Paşa vasıtasıyla görüştüm. MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç ile bir kez daha bu konuda görüşeceğiz. Senin söylemek istediğin bir konu varsa bana mail gönder veya bir numaralı BİKE'nin evinde görüşelim. Sakın telefonda açık konuşma.(...) Cevap bekliyorum sevgiyle kal. Gülseven Yaşer Şimdi bir grup gazeteye desem ki: 'Bu cümlelerin hesabını neden sormuyorsunuz?' Kalkıp 'Rövanş mı alıyorsunuz?' diyecekler. Hayır, katiyen hayır! Ancak 'eğitim melekleri' diye semanın katmanlarına sığdıramadığınız bu kişiler bazı insanlara tuzak kurup yalancı şahitlik yapmaya zorlamışlar. Şimdi bu 'meleklik' mi 'şeytanlık' mı? Hafta içinde eski başbakanlardan Necmettin Erbakan ile ilgili haberler vardı. Bunların birinde başlık aynen şöyle: 'Hani hastaydı?' Bir tarafta Erbakan'ın tekerlekli sandalyede çekilmiş bir fotoğrafı, diğer tarafta, katıldığı bir toplantıda konuşurken çekilmiş Erbakan'ın resmi. Ve şöyle deniyor: 'Sürekli hastalık gerekçesiyle 2 yıl 4 aylık hapis cezası Gül tarafından affedilen Erbakan dün siyasete döndüğü gün turp gibiydi.' Şimdi elimizi vicdanımıza koyalım ve düşünelim: Erbakan 83 yaşında bir insan; üstelik eski bir başbakan. Milyonlarca da seveni var. 74 yaşında ve hasta olan Türkan Saylan'a gösterdiğiniz anlayışı neden eski bir başbakana göstermiyorsunuz? Erbakan hiç mi ayağa kalkmayacak, hiç mi konuşmayacak? Vakit Gazetesi, Saylan'ın polis aramasından üç gün önceki fotoğrafını yayınlamış ve Saylan'ın 'Söverken turp gibi' olduğunu söylemişti. Koro halinde Vakit'i linç etmeyi biliyorsunuz da aynı şeyi siz bir başkası için neden yapıyorsunuz? KAMU VİCDANINA YAPILAN BASKILAR TERS TEPECEK Çifte standartı gözler önüne seren o kadar çok örnek var ki! Saymakla bitmez. Herkesin dilinden düşürmediği 'çoğulcu demokrasi' kavramı o yüzden boşlukta dolaşıp duruyor. 'Fırsat eşitliği' gibi sözler tam da bu nedenle inandırıcı bulunmuyor. Katılımcı demokrasiden nasipsiz kalmış bir zümre, sivil toplum gibi temel hak ve özgürlükleri bile askerî vesayet altında yapılandırmak istiyor. Bu toplum bu deli gömleğini giyer mi? Asla! Milletimize mal olmuş sivil gayretler bazı hileler yoluyla baskı altına alınabilir mi? Belki. Ancak unutmamak gerekir ki kamu vicdanını kanata kanata yapılan baskılar daima ters tepmiştir ve tepecektir de... Tasarımdaki yenilikler ve gazete dinamizmi Zaman'ın gazetecilik adına ortaya koyduğu gayretleri bazılarının anlamasını beklemiyorum artık. İdeolojik körlüğün kara delikler gibi insanları yuttuğu bir ortamda gazetecilik de erozyona uğrar. Buna rağmen medya dünyasında büyük sorumluluklar taşıdığımızın farkındayız. Bu nedenle yalnızlaştırma çalışmalarını çok da dikkate almak taraftarı değilim. Zira gazeteler gücünü halktan alır, haktan alır, hakikatten alır. Bazı çevrelerin düşünce özgürlüğü üzerine kurmak istediği baskılara boyun eğmeden (tabiri caizse) gazeteciliğin kralını yapmaya mecburuz. İşte tam bu duyguyla bu gazetenin yayın mutfağı, kendi yol haritasına odaklanmış durumda. Daha iyi habercilik en büyük hedefimiz. Bu nedenle habercilik için muazzam yatırımlar yaptık ve yapacağız. Bizim için derinlikli haber kadar incelikli analiz de önemli. Tabii bir de bilgi hazinesi sayılacak gazetenin en şirin, en etkili, en veciz bir şekilde sunulması gerekiyor. Tek başına bir tasarım değişikliğinden bahsetmiyorum. Yayın kimliğini aksettiren, o kimliğin ruhuna ve asaletine sadık bir mizanpaj değişikliğinden bahsediyoruz. Görsel Yönetmenimiz Fevzi Yazıcı ve ekibi neredeyse altı aydır yeni mizanpajımız üzerine çalışıyordu. Onları gönülden kutluyorum. Bu süre içinde uzun görüşmeler yapıldı; hatta bu görüşmelerin bir kısmı ileride yapılacak bir belgesel titizliği içinde kaydedildi. Bütün eleştiriler, talepler, teklifler masaya yatırıldı. Denemeler, provalar yapıldı. Defalarca tekrarlanan deneme baskıları üzerinde toplantılar gerçekleşti. Herkesin gönlünden geçen şuydu: Zaman'ın kendine mahsus duruşu, sadeliği, soğukkanlılığı, estetik yapısı bozulmamalı; ancak daha okunur, daha dikkat çekilebilen, daha vurgulu bir gazete tasarımı olmalı. Bu talebi karşılamak hiç de kolay değil aslında. Bir yandan aklıselimi, fikri selimi temsil etmek adına ağır başlı kalacaksın; diğer yandan da gazeteye okuma cazibesi ve kolaylığı katacaksın. Hamdolsun uzun bir gayret sonunda Tasarım Servisimiz bu gayeye uygun formüller gerçekleştirdi. Onlarca haber senaryosu var artık karşımızda ve o senaryolara uygun sayfa tasarım modellerimiz. Yeni tasarımımızla basılan ilk gazete bugün elinize ulaşmış durumda. Lütfen dikkatlice bakın. Göreceksiniz ki tepeden tırnağa her şey Zaman'a özgü. Üstelik karşımızda sadece estetik kaygılarla yapılmış bir tasarım yok; haberi güçlendiren yeni bir dizayn var. Bu tasarım ve yayın heyecanı genç bir kadronun dinamizmini ortaya koyuyor ve o dinamizm siz sevgili Zaman okurlarından geliyor. Siz orada bize ışık olup ilham verdikçe yolumuza şevkle devam edeceğiz. Çünkü siz en iyi gazeteye layıksınız...
<< Önceki Haber YAZIKLAR OLSUN DEDİRTEN ÇİFTE STANDARTLAR Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER