Bu rüzgâr, selefi Bush'un estirdiği sert,
soğuk, haşin ve mağrur rüzgârın tersine ılıman, yumuşak ve mütevazı bir rüzgâr.
Bunlara ilaveten bu rüzgâr; konuşan, karşısındaki dinleyen, dinlediklerini dikkate alan, diyaloğa öncelik veren ve de kuşatıcılık, tevazu ve barış iddiaları da taşıyan bir rüzgâr elbette.
Bu rüzgâr, konuşmaya ve dinlemeye önem veriyor. Nitekim bunu, Başkan Obama'nın
İran ile konuşma ve bu
ülkenin taleplerini dinlemeye hazır olduğunu söylediğinden biliyoruz. Obama, şüphesiz sadece İran'la konuşmaya hazır değil; başkaları ile de aynı şeyi yapıyor. Bunların bir kısmını, atadığı özel temsilciler vasıtasıyla yapmaya çalışıyor.
Afganistan-
Pakistan ve
Hindistan bakımından bu Richard Holbrooke,
Ortadoğu bakımından ise George Mitchell elbette. Bu şahıslar geçmişteki performansları sebebiyle sorumlu oldukları bölgeler bakımından bugünden uzlaşma ve barış
vaat edebilecek kimseler.
Obama rüzgârı, sadece bugün dünyanın en zor bölgeleri bakımından değil, başka konular bakımından da insanlık için olumlu bir gelecek anlamı da taşıyor. Buna son örnek, Başkan Obama'nın
Türkiye'ye gelmeden önce
Çek Cumhuriyeti başkenti Prag'da nükleer silahlar ve silahlanma konusundan söyledikleri.
"
Amerika Birleşik Devletleri nükleer silahsız bir dünyaya doğru somut adımlar atacaktır... Soğuk
Savaş zihniyetine son verme amacıyla biz millî güvenlik stratejimizde nükleer silahların oynadığı rolü azaltacak ve başkalarına aynı şeyi yapmalarını
tavsiye edeceğiz. Bu çabamıza nükleer silahlara sahip bütün ülkeleri dahil etmeye gayret göstereceğiz."
Bu olumlu ve kararlı sözler, Başkan Obama'nın nükleer silahlar ve silahsızlanma konusundaki önemli sözleri. Bunlara katılmamak mümkün mü? Elbette değil. Zaten bir nükleer güç olmamasına rağmen Türkiye'nin de nükleer politikası bu yönde. Türkiye, en başta kendi bölgesinin nükleer silahlardan arındırılmasını istiyor.
Başkan Obama
TBMM konuşmasını yapmadan önce kafamızda bu düşünceler varken onun Türkiye'nin ne kadar önemli olduğuna vurgu yapan sözleri de bizi gerçekten memnun etmiş bulunuyor; zira
Amerikan liderinin ülkemizin değer ve önemini, demokrasimizin gücünü anlamış olmasının hem Amerika, hem Türkiye ve hem de dünya için olumlu gelişmeler demek olduğu kendiliğinden aşikar zaten.
Türkiye bugün hem tarihî ve hem de kültürel mirasını modernleşme ile en iyi bağdaştırabilmiş nadide ve örnek bir ülke. Ayrıca ülkemiz geçmişte de, bugün de milletlerarası siyasette hep olumlu olanın, barışın, istikrarın ve adaletin peşinde koşmuş bir ülke. Biz son
Rasmussen olayının da açıkça ortaya koyduğu gibi hiçbir zaman milletlerarası siyasette 'oyunbozan' olmadık, bizlere verilen sözlere, verilen garantilere inandık, bunların yerine getirilmelerini arzu ettik.
Ne var ki, geçmişte verilen bazı sözlerin, yapılan bazı taahhütlerin yerine getirilmediklerini de gördük; bunlardan zarar da gördük elbette; ama biz bunlara rağmen sözünü tutan, taahhütlerini yerine getiren güvenilir bir ülke olmayı sürdürdük.
Bu bakımdan zarar görmüş olsak da biz, bugün güvenilir bir ülkeyiz. Jeopolitik mülahazalar bir yana, önemimizin artmasının en büyük sebeplerinden birisi de işte bu güven unsuru.
Yazının başında 'Obama rüzgârı'ndan söz ettik; ancak bu rüzgâra ilaveten bir de 'Türk rüzgârı' var artık milletlerarası sahnede. Bunu Obama da görüyor; başkaları da. Obama'nın TBMM konuşmasını beklemeden ve muhtemelen onun bu konuşmada bir kere daha artan önemimize değineceği konuşmasından önce kaleme aldığımız bu yazıyı böylece bitirirken esen Obama ve Türk rüzgârının dünya ve insanlık için iyi ve olumlu şeyler getirmesini, 'var olan güçlü gerçeklerin' bu rüzgârları fazla etkilemesini yürekten temenni ediyorum.