İslam'da savaş değil, barış esastır. Karşı taraf
Müslümanların yurduna ve dinine göz
diker, bunlara karşı savaş açarsa savaş kaçınılmaz hale gelir ve İslam bu takdirde savaşa izin verir.
Savaş halinde bile işiyle gücüyle meşgul insanlar(siviller), din adamları, kadınlar, yaşlılar, çocuklar öldürülemez, ırza
tecavüz edilemez, din adamlarına ve mabetlere okunulamaz, -aksine zaruret bulunmadıkça- ürünlere, ağaçlara, ormanlara zarar verilemez. Savaş yoluyla ele geçirilen (fethedilen) topraklar ve mallar devletin olur, devlet bunların bir kısmını askerlere dağıtır, bir kısmını da usulüne göre kullanır.
İşgal edilen topraklarla ilgili olarak uluslar arası bir andlaşma yapılması,
kural konması halinde Şslam'ın buna engel koyması ve uymaması söz konusu değildir.
Kölelik konusu:
Yazar, "İslam ve Kur'an da tartışılmalıdır" diyor. İslam ve Kur'an, tebliğ edildiği günden beri tartışılıyor, gök kubbede söylenmedik söz kalmadı, şimdilerde bilmeyenler eskileri tekrarlayıp duruyorlar. Mesela
kölelik konusu, yıllardır tartışılıyor, Müslümanlar tarafından gerekli ve makul açıklamalar yapıldığı halde bunlar hiçe sayılıyor ve temcit pilavı tekrar sofraya getiriliyor. Size bir örnek olarak bundan yaklaşık yüzy yıl önce,
Osmanlı Nazırlarından (
bakan)
Mahmud Es'ad Efendi'nin bu konudaki bir yazısını nakledeceğim (Yazının yeri için bak: H.
Karaman, Yeni Gelişmeler Karşısında İslam Hukuku, İst. 1998, s. 151 vd.):
"Bütün eski milletlerde var olan esâret (tutsaklık) usûlü Araplar arasında pek çirkin bir şekilde mevcut idi. İslâm dini onu sınırlayarak ve güç şartlara bağlayarak devam ettirdi. ("Devam ettirdi" yerine "zaman içinde adım adım ortadan kaldırma yolunu açtı" demek daha doğrudur.H.K.)
a) Sınırlandırması köleleştirme yol ve vasıtaları bakımındandır. Esâretin bütün diğer yollarını kaldırarak yalnız savaş
esirliğini bırakmıştır.
Borç veya zaruret sebebiyle esaret meydana getirmek mümkün değildir. Fakat harbîler ile yapılan savaşta aman dilemeyerek veya aman verilmiş olanlardan birine sığınmadan, savaş yoluyla alınan ve yakalanan kimseler esir edilirdi. O zaman milletler arasında dâimî harb hali mevcut olup, sınırsız bir husûmet ve düşmanlık sürüp gittiği için, yapılan muvakkat mütârekeler sırasında iki taraf esirleri değişir veya fidye verilerek kurtarılırlarsa esirlik sona ererdi. Aksi halde esir eden taraf için esiri öldürmek, öldürmeyip işinde kullanmak veya başkasına satmak yollarından başka çare kalmazdı. Esirlik çocuklarına da geçerdi. (İslam'da devletin esirleri, bir bedel almadan iâde etmesi de mümkün ve câizdir.
Muhammed Sûresi: 47/4. H.K.).
b) Güçleştirmesi veya güç şartlara bağlanması ise köleye karşı davranış bakımındandır. Bütün insanlar
Allah katında eşit oldukları için, esirlerin sahibi onların mâliki değil koruyucusudur. Her türlü şer'î haklarına riayet etmekle mükelleftir. Kölesini, kendi çocuklarından farklı tutamaz; çocuklarını da… dövemez, azarlayamaz; bu durumlarda meşrû ve gerekli olan sınırı aşamaz.
Fıkıh kitaplarında köleliğe ve kölelerin nevileri ile hükümlerine dair pek çok bahisler vardır. Köleyi hürriyetine kavuşturmak ibadetlerin en üstünüdür. Bunun için de bir çok sebep ve vesileler meydana getirilmiştir. Köle, efendisi ile bir kitabet akdi yapabilir (Tayin edilen bedelini, çalışarak ödemek sûretiyle hürriyete kavuşmasını temin eden bir
akit olup bunu yapan köleye "mükâteb" denir. H.K.)
Sahibinden çocuğu olan kadın köle (ümmü'l veled) sahibinin vefatıyle hür olur. Köle ve câriyenin evlenmeleri câiz olup bu da dinin hükümlerine tâbi olur. Köle bir
cinayet işlerse efendisi onun âkılesi olur; bedelini verir; ancak köleyi terkederse (abandon noxal) sorumluluktan kurtulur.
Sonraları milletlerarası durum değişip, sulh hâli asıl durum olunca her savaş bir
anlaşma ile nihayet bulduğundan ve sulh yapılınca esirlerin de yurtlarına dönmeleri tabiî bulunduğundan İslâm Hukukundaki yegâne kölelik yolu olan harbîlik de ortadan kalkmış ve şeriatın tarifine uyan esaret kalmamıştır. Bu sebeple Müslüman Osmanlı Hükümeti zenci esir ticaretini yasaklamış ve bunun için
yabancı devletlerle anlaşmalar yapılmıştır. Kanûn-i Esâsî'ye göre hürriyet insan haklarından birisi olarak kabul edilmekle bugün Osmanlı memleketlerinde kölenin varlığı tasavvur edilemeyeceğinden buna dair hükümlerin tatbik yeri kalmamıştır."