Gürsel Tekin’in il başkanlığıyla
açılım üstüne açılım yapan,
Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığıyla gerçekten iyi bir
rüzgar yakalamış olan
CHP, RP-FP-AKP çizgisinin
İstanbul’daki 15 yıllık hakimiyetine son verme iddiasıyla yola çıktı. Bu bakımdan, AKP ile aynı gün Kazlıçeşme’de miting
düzenlemek istediklerini öğrenince çok da yadırgamadık ve büyük bir merakla o günün gelmesini bekledik. Herhalde dedik, CHP’liler varlarını yoklarını ortaya koyacak ve AKP’lilerin yüreğini ağızlarına getirecekler.
Ama daha o gün gelmeden CHP’nin miting yeri Kazlıçeşme’den
Çağlayan’a taşındı. Aynı alanda SP’nin de miting düzenleyecek olması işleri iyice karıştırdı ve nihayet dün o tarihi olay yaşandı. Ama her iki mitingi de sonuna kadar yerlerinden izlemiş biri olarak hiç de tarihi bir olay yaşamadığımız sonucuna vardım. Olsa olsa CHP’nin “tarihi bir yanlışı”dır söz konusu olan. Çünkü dün ana muhalefetin İstanbul’da
iktidar partisiyle, en azından miting düzenleme konusunda yarışamayacağını -en azından şimdilik- çıplak gözle gördük.
Hangi mitingin daha kalabalık olduğunu tartışmaya bile gerek yok. Nitekim insanlar CHP’nin mitingine çok kolay ulaşıp, meydanı çok kolay terk ederken AKP’ninkine gitmek ve oradan dönmek için epey çile çektiler. Her iki mitingteki coşkuya gelince: CHP kitlesi muhalefette olmanın
doğal sonucu olarak daha kızgın ve hareketli gözüktü ancak AKP’liler de, hele Erdoğan kürsüye geldikten sonra, bütün mitinglerde olduğu gibi epey coştular.
Bu arada, birçok yorumcunun hemfikir olduğu bir başka tarihi hatanın altını ısrarla çizmek lazım: İstanbul’da CHP’yi Kılıçdaroğlu ve bir ölçüde Tekin sürüklüyor. Dün Çağlayan’a gelenler içinde çok kişi bize “
Baykal değil Kılıçdaroğlu için geldim” dedi. Ama mitingte kendisi konuşmadı ya da konuşturulmadı. Bir yerel
seçim öncesi, böylesi karizmatik bir adayın taraftarlarına ve tüm
Türkiye’ye seslenmemesindeki mantığı çözmek mümkün değil veya çok kolay!
Kayseri farkı
Dün İstanbul’daki AKP realitesine, büyük ölçüde CHP’nin stratejik hatalarının da katkısıyla bir kez daha
tanık olduk. Tekin ve arkadaşlarının İstanbul’da AKP ile aralarındaki örgütsel mesafeyi kapatabilmek için daha fazla zaman, enerji ve imkana ihtiyaçları olduğu kesin. Fakat yine dün AKP’nin hem İstanbul, hem Türkiye’de aşınmakta olduğunu da gördük. Örneğin dünkü miting,
katılım ve heyecan açısından aynı yerde 15 Temmuz 2007’de yapılanın epey gerisindeydi. Bu konuyu tartıştığım bazı AKP’liler koşulların farklı olduğunu (örneğin 27
Nisan e-muhtıras...) hatırlattılar ve haksız da değildiler, fakat 15 gün önce yapılan Kayseri mitinginin 22 Temmuz öncesi yapılan
Abdullah Gül’lü mitingi aşmış olduğunu da akıldan çıkarmamak lazım. Alakasız gibi görünebilir ama bir başka kıyaslamayı da önceki gün
Diyarbakır’da yapılan
Nevruz kutlamalarıyla yapabiliriz. Kazlıçeşme Diyarbakır Nevruz’un birçok açıdan hayli gerisindeydi ki bu karşılaştırma, AKP’nin ne ölçüde bir “
halk hareketi” olduğunu tartışmamızda epey yararlı olabilir.
Herkes medyaya kızgın
Son olarak AKP ve CHP taraftarlarının medyaya bakışını da karşılaştırmak istiyorum:
Sabah Çağlayan Meydanı’nda birçok CHP’linin sert eleştirilerine maruz kaldım. Öğleden sonraysa bazı AKP’liler beni Baykalcı olmak suçladı. Tabii her iki taraftan da biz gazetecilerle medeni ölçüde tartışan, sohbet edenler de vardı. AKP ve CHP’nin uçlarında yer alanların, birebir kendileri gibi düşünmeyenleri karşı kampın adamı, hatta “ajanı” olarak suçlamaları bu ülkenin kutuplaşmada ne acı bir noktaya ulaşmış olduğunu gözler önüne seriyor. Tabii Erdoğan’ın her sefer konuşmasının önemli bir bölümünü medyaya saldırıya ayırıyor olması, tabandaki bazı tahammülsüzleri biz gazetecilere karşı daha da saldırganlaştırabiliyor. Ve korkarım artık bu konuda geriye dönüş de mümkün değil.