ABD’nin
Ankara Büyükelçisi
James Jeffrey’nin dün
Radikal’de yer alan
Türkiye’ye yeni bakış ile ilgili sözlerinin
İran bölümü Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül’ün o sırada İran’da bulunması nedeniyle özellikle dikkat çekti.
Amerikan büyükelçisi,
Hillary Clinton’ın Ankara temasları ardından İran’a giden Gül’ün Amerikan taleplerinin samimiyeti konusunda İran liderliğini ikna etmesini umduklarını söylüyordu.
Dün
Dışişleri kaynaklarından edindiğimiz izlenim, Gül’ün ‘Amerikalılar samimiyetle konuşmak istiyor, ciddiler’ izlenimini İran Cumhurbaşkanı
Mahmud Ahmedinecad ve dini lider Seyit Ali
Hamaney’e ilettiği yönünde oldu.
Burada
akıl karıştıran iki soru ortaya çıkıyor: 1- Bu
diyalog çabası ABD’nin İran’ın bazı politikalarını artık onayladığı, en azından karşı çıkmadığı anlamına mı geliyor? 2- Ahmedinecad’ın
CNN Türk muhabiri Osman Sert’e (Türkiye’nin çabaları sorusuna cevaben) söylediği ‘Arabulucu gerekli değil’ sözü, Türkiye’nin çabalarının boşuna olduğunu mu gösteriyor.
Birinci sorunun yanıtını, ABD Büyükelçisi Jeffrey’nin dün sayfalarda yer kalmadığı için bugüne kalan sözlerinde arayabiliriz:
l “Clinton Türk muhataplarına da söyledi: Bütün Sunni Arap sistemi kendisini İran’ın tehdidi altında hissediyor. Bu ülkeler ne Türkiye kadar Batı güvenlik sistemine dahil, ne de Türkiye kadar askeri açıdan güçlüler. İran’ın yaptığı yanına kâr kaldığı sürece, bölgenin genel güvenliği üzerine büyük soru işaretlerine yol açacaktır.”
l “Bizim (şimdiye kadarki) bazı yaklaşımlarımız karşı taraflarca tehdit olarak algılanmış olabilir.
Bu nedenle diyaloga açık olmamız
tansiyonu düşürebilir, ki bu (yüksek) tansiyon bu ülkelerin bazı politikalarına katkıda bulunmuş olabilir.
Bunu gidermeye çalışıyoruz.”
l “Obama yönetiminin yaklaşımı, bizim ve uluslararası camianın çoğunun güvenlik sorunları yaşadığı ülkelerle gerek ikili, gerek çok taraflı düzeyde diyalog yolunu denemektir. Bu yeni bir yaklaşım. Yeni olmayan ise şu: Biz bu ülkelerin yaptıkları işler nedeniyle endişe duymaya devam ediyoruz.”
Sanırım yeterince açık: Obama yönetimi
Bush dönemine hâkim olan
siyaset icra yönteminin muhataplarında fazladan tehdit algılamasına ve sertleşmeye yol açtığı saptamasını yapmış. Şimdi diyalog arayışıyla bu
psikolojik faktörü ortadan kaldırıp sorunları gerçek boyutuyla çözmeye çalışıyor.
Gelelim arabuluculuk meselesine. Üst düzey bir
Dışişleri Bakanlığı kaynağı dün şunları söyledi: “Bazen olmayan bir konuyu soru olarak ortaya atıp, olmadığı cevabını alınca hayal kırıklığına uğruyoruz. İran ile ABD arasında arabuluculuk gibi bir girişim hiç olmadı. Cumhurbaşkanı Gül, ABD’nin diyalog niyetinde samimi olduğu konusundaki izlenimimizi İran tarafına iletti. Onlar da dikkatle dinlediler. Türkiye İran’la ilgili bir sorunda arabulucu
olamaz ki, sorunların çoğu kendisini de doğrudan ilgilendiriyor. Zaten İran’la sınır komşusu. Türk diplomasisi bunu göremeyecek kadar tecrübesiz değil. Yapmaya çalıştığımız tarafların birbirini daha iyi anlamasını ve bölgedeki sorunların diyalog
yoluyla çözümüne yardımcı olmak.”
Helal olsun
Mahsun Kırmızıgül
Mahsun Kırmızıgül’ün ‘Güneşi Gördüm’ filmini, sadece bir sinema filmi gibi izlemek haksızlık olur. Filmi, ‘şimdiye dek kirli bezlerle sarılıp iltihaplanmış bir yarayı açıp gün ışığına çıkarma cesareti’ diye görmek gerekir.
Kırmızıgül, ‘Beyaz Melek’ filminde de toplumun görmek istemediği, dışarıda kalmış kesimlerini içimizi acıtan, gözlerimizi dolduran bir cesaretle tutmuştu yüzümüze. ‘Güneşi Gördüm’ ile
Kürt sorununu ve ondan özenle ayırdığı ‘Kürtçülük’ sorununu toplumdaki bütün kırılmalarıyla gözümüzün ta içine sokuyor. Çok da iyi yapıyor.
Kırmızıgül’ün samimi bir cesaretle açtığı yoldan, çekirdeğinde Ankara
Sanat Tiyatrosu kökenlilerin (başta Altan Erkekli’nin) bulunduğu güçlü bir
oyuncu kadrosu aynı cesaretle yürümüş. Şerif Sezer’e zaten söyleyecek sözümüz yok; ama Demet Evgar ile
Cemal Toktaş müthişler.
Demek ki kap artık doldu, daha fazla almıyor, taşıyor. ‘Güneşi Gördüm’ gözyaşları içinde asıl bunu bize müjdeliyor.