1. Bu ülkede ilk kez "
darbe teşebbüsü"nden yargılama olmuyor. En azından, Harbiye Komutanı
Albay Talat Aydemir ve Süvari
Binbaşı Fethi Gürcan "ihtilal girişimleri" dolayısıyla Askeri Mahkeme'de idama mahkûm oldu.
Hem de, zaten darbe yapmış ve baş
bakan ile iki bakan idam etmiş bir ordunun mahkemesinde. Hem de, "demokrasinin temel kurumu" TBMM'de, darbe mağduru DP'nin mirasçısı AP'liler ile darbenin müttefiki CHP'lilerin el ele oylarıyla.
Suçlandıkları iki "darbe teşebbüsü"nün ilki 22
Şubat'tı.
2. "
Anayasa'yı
silah zoruyla değiştirmeye, hükümeti devirmeye teşebbüs" gibi suçlar hiçbir "esas
darbeci"ye yöneltilmedi. Ancak, çok sayıda
muhalif, aydın,
genç, sendikacı, öğrenci bu suçlamayla hapsedildi; bilirsiniz, idam da edildi.
3. Memlekette "başarılı" hiçbir darbeci, "başarısız" olanlar, hatta darbeci olmayanlar gibi "darbeden" yargılanmadı.
4. 12
Eylül darbecileri, "milletin de yüzde 90 oyuyla" ömür boyu Anayasa koruması altına soktular kendilerini. 28 Şubat "müdahalesi" aktörlerinin ise şimdilik sadece kulakları çınlatılıyor.
5. "
Ergenekon iddianamesi"ndeki "darbe, hükümet devirme teşebbüsü" suçlaması kabul görür veya görmez. Sanıklar suçlu bulunur veya bulunmaz. Ama şu andan itibaren, "başarılı darbeciler"in de yargılanabilmesi için emsaldir aslında. Bakalım kimin umurunda.
Hafıza
Sık sık
hafıza tazelemek lazım.
28 Şubat 1997 müdahalesi ile fiilen "hükümet indirilmesi" bir kavşaktı.
Aslında "
Susurluk yapılarıyla iç içe olmuş"
koalisyon partisi (DYP) ile hem onu, hem devleti koruyabilmek için "fasa fiso" diyen
iktidarın büyük ortağı (Refah) "irtica" suçlamasıyla derdest edildi.
Genelkurmay,
Çankaya, muhalefet, medya,
iş dünyası, kamuoyu işbirliğiyle.
Lakin garip olan şuydu: Susurluk'un üstüne fazla gidilmemesini isteyen bir iktidar, Susurluk'un üstüne fazla gidilmemesini isteyen Genelkurmay'ın hedefi olmuştu.
Bence;
Parmak izlerinden dolayı Susurluk'un üstüne gidilmesini engelleyemeyecek bir iktidar kazınmış...
Susurluk'un üstüne gidilmesini ister görünen medya, muhalefet ve kamuoyuna
kurban verilip Susurluk'un üstüne daha fazla gidilmemesi sağlanmıştı!
Ödül
Bu
operasyon ile;
1. Büyük medya, kartel
ödülleri derledi.
Medya dışı işlerine, bankacılığına kaynak,
destek ve iktidar ortağı buldu.
Piyasa, hükümet,
bürokrasi, çalışanları üstünde "tekelci
baskı" imkânı buldu.
2. Büyük iş dünyası, kendine mesafeli ve kaynakları başka türlü dağıtabilecek bir iktidardan kurtuldu.
3. Muhalefet partileri hem ara iktidar dönemiyle, hem seçimlerde kazançla ödüllendirildi.
4. Susurluk'un üstüne gidilmesi yoluyla Genelkurmay vesayetinin kırılabilmesi ihtimali yok edildi. "Bin yıl sürecek" vesayetin ilanı sağlandı. Ergenekon türü yapılanmaların varlığı korundu.
5. ABD ve İsrail'e yanaşık düzen meseleleri ise ayrı!
Pozisyon
Önce Yılmaz, sonra Ecevit hükümetleri ülkeyi 28 Şubat'tan 21 Şubat'a taşıdılar.
Askeri vesayetli siyasi
sistem, piyasa ve medya vesayetli
ekonomik ve finansal düzenle birlikte milyonlarca insanı (aslında kendilerini de)
krize gömdü.
Unutmamakta yarar var!
Pozisyonlar, şuydu:
1. İktidarla bütünleşmiş büyük medya. Özellikle Doğan ve
Sabah grupları. Biri katlanmış gücüyle. Diğeri bankası yüzünden rehin ve güçsüz düştüğü için.
2. "Laik" iktidarla da, "cumhuriyetçi" orduyla da, "büyük" medya ile de çelişki, çatışma halinde "
sürpriz" bir Cumhurbaşkanı. Benim deyişimle 1. Sezer. Genelkurmay'ın hükümete
sipariş ettiği "memurları
fişleme kararnamesi"ne de, büyük medyanın hükümete sipariş ettiği "
RTÜK paketi" ne de karşı koyan, veto eden, Fazilet'ten, içinden çıkan AKP'lilerden bile övgü alan "ilk dönem" Sezer.
Yüzsüzlük
21 Şubat 2001, bildiğiniz gibi, "büyük ekonomik, finansal, mali kriz"di.
19 Şubat MGK toplantısında, Sezer, yolsuzlukla suçladığı hükümetin yüzüne Anayasa fırlatmıştı. Orada Ecevit paralize, Yılmaz sessiz ve derin, şimdi de hem büyük medyanın, hem CHP'nin yakınında olan
Hüsamettin Özkan cevvaldi.
Özkan;
Anayasa Mahkemesi başkanlığından beri, özellikle büyük medya siparişlerine taş koyan, Çankaya'da
kamu bankaları katakullilerini denetleten, keyfi kararnameleri çeviren Sezer'i medya önüne attı.
19 Şubat TV yayınları, 20 Şubat ve hemen sonrası gazeteler, büyük medya rezaleti arşivde.
Hükümeti koruyup Cumhurbaşkanı'nı "bir anda patlayan kriz"in, fırlayan döviz ve faizin, ardı ardına gelecek iflasların, işten çıkarmaların "tek sorumlusu" ilan eden medya yüzsüzlüğü.
Pembe
Şimdi, devran döndü, birileri bu kez haklı olarak, "
yandaş" denen medyayı "ekonomik kriz haberlerini
sansür, yontma,
pembeleştirme" ile suçluyor. Yiğidim, aslanım kimileri ödül bile koyuyor yarım aklınca.
Doğru; o zamanın kimi muhalifi şimdi öyle böyle! Sansürcü, manipülasyoncu, iktidar kâtibi. Bundan utanmıyor, sıkılmıyorlar.
Lakin Özkökler, Mutlular, Yılmazlar o günlerde Doğan veya Sabah gruplarında ne tür bir gazetecilik yapıyordu?
19 Şubat ile dövizin dalgalanmaya bırakıldığı 21 Şubat arasında kimileri neden gazetecilik değil de,
Başbakanlık koridorlarında "kuryelik, tüyoculuk, elden habercilik" yapıyordu?
Zaten krizde olan bir ekonomiyi "
lastik patlayana kadar" kimler "10 yıl sonrasını görüyoruz" türü pembe manşetlerle maskeliyor, yüz binlerce insanı kandırıyor, iktidarla takasa giriyor, menfaat makasıyla haber kesiyor haber biçiyordu?
Kimler, iki gün sonra mecburen el konacak bankasını koskoca gazetenin manşetinde "durumu parlak" ilan ediyordu? Yaptıranlar ve
itiraz etmeden yapan gazeteciler kimlerdi?
YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN