Çarşaf açılımı, Kur'an kursu açılımı derken,
Cumhuriyet Halk Partisi kaybedeceği besbelli olan bir
seçim öncesinde bol keseden vaadlerde bulunuyor. Yutuyor muyuz? Yutmuyoruz elbette ama bir siyasi kanadın iflasını ibret ve hayretle seyrediyoruz.
CHP seçim kaybetmeye alışıktır, hatta mahkûmdur. 1950'den önce yapılmış tek 'serbest' seçim olan 1930 mahalli ara seçimlerinde Serbest Fırka'dan yediği darbeye karşı
Menemen dahil neler tezgâhladığını henüz unutmuş değiliz. Nitekim yakın tarihe eğildiğimizde seçim kaybetmemek için CHP'nin nasıl kendi sözümona "ilkeler"ine
ihanet ettiğinin misallerini bol bol görmekteyiz. Bu yüzden çarşafa
rozet takan Deniz
Baykal'a da, Kur'an kursları açmayı
vaat eden Sefa Sirmen'e de şaşırmıyoruz, çünkü bunlar hiç taze numaralar değil.
Öyleyse 61 yıl öncesine gidelim ve tarihin nasıl tekerrür ettiğini gözlerimizle görelim:
Türkiye İkinci Dünya Savaşı'nın ardından
İngiltere ekseninden ABD eksenine geçmek zorunda kaldı. ABD kendi 'Yeni Dünya Düzeni'ni kuruyor, her bakımdan iflas eden İngiltere'nin dünya düzenini devralıyor, kendi saflarına (Hür Dünya) katılacak ülkelere demokratik açılımı şart koşuyordu. Çok partili hayata geçilecek, serbest seçimler olacak,
sivil toplum güçlendirilecek şu bu. Türkiye tehdidi görüyor ve tercihini yapıyordu ama bir türlü kendini beğendiremiyordu, zira rejimin adı Cumhuriyet olsa bile totaliter bir devlet görüntüsü arz ediyordu.
İşte 1946 Ocak'ında kurulan Demokrat Parti'ye ses çıkarılamamasının sebebi buydu. Ardından Türkiye hızla bir seçim "sath-ı
mail"ine girdi. Şaibeli temmuz seçimleri aynı yıl gerçekleşti ama ne hakim teminatı vardı, ne de baskıdan azade bir seçim. Ardından muhalefet şiddetlendi. Halkın CHP'den sıtkı sıyrılmıştı. Seçim yapılmıştı ama onda bile
halkın iradesinin sandığa yansıması engellenmişti. Yoksa bu kâbus hiç bitmeyecek miydi?
Artık biraz serbestlik gelmiş olan basında 1948 yılı itibarıyla ilginç bir
tartışma başlamıştı. Bursa'da Kazım Baykal adında bir kahraman çıkmış,
türbelerin kapatılmasını emreden
kanuna rağmen "Mevlid" şairimiz Süleyman Çelebi'nin türbesini aşkla yeniden yaptırıyordu. Bir grup gönüllünün kurduğu Eski Eserleri Sevenler Kurumu'nun bu çabası kimilerince irtica'nın başkaldırısı olarak değerlendiriliyordu. Ancak onu savunan namuslu kalemler de yok değildi. Mesela Tahsin Aydemir gibi.
Beyazıt'taki Büyük Reşid Paşa türbesinin açılış töreni doğumunun 150. yıldönümüne denk getirilmişti.
1948'de kendi çıkardığı "Türkiye" gazetesinde bir dizi yazı kaleme alan Demiray, Bursa'daki girişimi destekler, kurumun "kutlu bir işe giriş"tiğini yazar. Ancak 30
Kasım 1925 tarihli ve 677 numaralı kanunun buna engel olduğunu söyler. Bu kanun, mevcut türbeleri kapatmakla yetinmiyor, aynı zamanda yeni türbe yapılmasını da yasaklıyordu. İlk defa bir "inkılap kanunu" tartışmaya açılıyordu.
Demiray'a göre bu kanun 1925'in özel şartlarında (Şeyh Said isyanı bastırıldıktan sonra ve Takrir-i Sükûn Kanunu yürürlükteyken) apar topar çıkarılmış, metni maksadını aşacak şekilde yazılmıştı. Halbuki bir
Gazi Osman Paşa'nın, bir
Barbaros Hayreddin Paşa'nın, yüzlerce komutanımızın, devlet ve ilim adamımızın, şairimizin... türbeleri neden kapalı olsun? Hadi diyelim şeyhlerin türbeleri kapatıldı, Fatih'in, Kanuni'nin türbeleri neden kapalıdır? Devlette devamlılık esas değil midir? Üstelik de aradan geçen çeyrek asırda şartlar çok değişmiştir. Kanunun mutlaka değiştirilmesi gerekir.
Tahsin Demiray büyük kozunu en sona saklamıştır.
Anıtkabir inşa halindedir ve Atatürk'ün naaşı Etnoğrafya Müzesi'nde ziyaret edilmektedir. Halbuki kanuna göre Atatürk'ün geçici kabrini ziyaret edenler açıkça suç işlemektedirler. Üstelik bu suçun 3 aydan hafif olmamak üzere
hapis ve 50 liradan aşağı olmamak üzere
para cezası vardır. Darbeli matkap faaliyetine devam eder:
"Anıt Kabir veya Muvakkat Kabir, bir binadır ve adı değişik olmakla beraber olduğu gibi bir türbedir. Biz, bilmeyerek yeniden bir türbe açmış bulunuyoruz ve bilmeden bir türbeyi ziyaret ediyoruz. Bu suretle orada yatanın imzasını taşıyan bir kanuna karşı gelmiş bulunuyoruz."
Cihad Baban'ın "Atatürk'ün kabrini ziyaret suç mu?" yazısı takip edecek, fikir giderek daha fazla kulağa seslenecekti. Bu son yazı üzerine CHP hükümetinin
Milli Eğitim Bakanı Tahsin Banguoğlu harekete geçecek, vaktiyle Demiray'ın köşesinde yapmış olduğu kanun değişikliği
teklifini Meclis'e getirecek ve beş on
muhalif oya karşılık geniş bir mutabakatla teklif kanunlaşacaktı. Bu, bizzat CHP eliyle gerçekleşen ilk inkılap kanunu değişikliği olacaktır.
Bundan sonra neler oldu?
Türbeler peş peşe açılmaya başlandı. Tespit edebildiğim kadarıyla
Bakanlar Kurulu tarafından ilk ağızda İstanbul'da 8 türbenin açılması kararlaştırılmıştı. Büyük Reşid Paşa, Gazi Osman Paşa, Mimar
Sinan, Barbaros Hayreddin Paşa, Kanuni ve Yavuz'unkiler açılmış, Fatih ve (içinde Abdülaziz ve II. Abdülhamid'in de yatmakta oldukları) Çemberlitaş'taki II.
Mahmud türbesinin
tamir edildikten sonra açılmasına karar verilmişti.
Anadolu'da açılacak türbeler ise şunlardır: Ankara'da
Hacı Bayram, Söğüt'te
Ertuğrul Gazi, Göynük'te Akşemseddin, Bursa'da Osman ve Orhan Gaziler ile
Yeşil Türbe, Bolayır'da Gazi Süleyman Paşa, Kırşehir'de Âşık Paşa, Konya'da
Selçuklu sultanları, Akşehir'de
Nasreddin Hoca türbeleri...
Bu türbelerin ilk partisi, tam 59 yıl önce, 5
Mart 1950'de açılmıştı. Bu sırada genel seçimlere 2 ay, 9 gün vardı. Türkiye hızla seçime gidiyor, kasları kireçlenmiş CHP iktidarı, türbe açılımıyla halktan oy olacağını sanıyordu. Alabildi mi? Ne gezer! Peki bugün alabilir mi? Göreceğiz.
Keşke tarihten ibret alınsaydı da bize ihtiyaç kalmasaydı.
Abdülhamid'in cenazesi Türkiye'ye ne zaman gelir?
Geçen haftaki yazımı "Abdülhamid'in cenazesi de bir gün törenle "Türkiye"ye getirilir mi acaba?" cümlesiyle noktalamıştım. Arif olanlar meramımı anladı gerçi ama en yakın dostlarımdan bile bazı sitemler aldığımı
itiraf edeyim. Nasıl olur da Abdülhamid'in Çemberlitaş'taki koca türbede yattığını bilmezmişim! Bu "vahim hatamı" düzeltenler mi ararsınız, özür dilememi isteyenler mi? Sevgili kardeşlerim, ille de o cümleyi düzünden yazmamı istiyorsanız öz olarak meramım şudur:
Bir
cumhurbaşkanı ve başbakan
ölüm yıldönümünde türbesine geldiği gün, Abdülhamid'in cenazesi de Türkiye'ye gelmiş olacaktır.
MUSTAFA ARMAĞAN - ZAMAN PAZAR