Dün sabah
Doğan Yayın Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Ali Yalçındağ'ın davetlisi olarak Soner Gedik'i dinlerken, Galatasaray'ın
Skibbe'yi gönderdiği haberi geldi.
Aklıma 'Acaba
Aydın Doğan yenilgi üstüne yenilgi alan bürokratlarına daha ne kadar tahammül edecek?' sorusu geldi. Toplumu tanımayan ve bütün
tercihleri yanlış çıkan yayın bürokratlarını tanıyoruz. Kurdukları ittifaklar veya açtıkları cephelerle hep baltayı taşa vuruyor; ama kendileri hiç
fatura ödemeyip Aydın Bey'e
havale ediyorlar. O, bu duruma daha ne kadar katlanacak göreceğiz. Atalar, 'dere geçerken at değiştirilmez' demişler fakat atlar akıntının aksine gidiyorlarsa beraber boğulmanın da anlamı yok.
Neyse bugünkü konumuz yayın bürokratları değil, finansal
yönetimin başındakiler. Aydın Doğan'ın yerinde olsam hiç düşünmez, Soner Gedik'e Skibbe muamelesi çekerdim. Suçlamaların kabulü ve günah keçisi eleştirilerinin geleceğini bile bile yapardım bunu. Zararın neresinden dönsen kârdır. DYH'nin Finansal Yöneticisi Gedik, basın önünde çok kötü sınav veriyor. Grubun haklılığını savunmakta yetersiz kalıyor. 11 aydır devam eden
denetleme sürecinde ve öncesinde büyük hatalar yapmış olabileceği intibaı veriyor. Teknik bilgileri değerlendirebilecek donanıma sahip değilim. (Hoş, olanlar da fil tarifinden öteye gidemiyor; zira
rapor ortada yok.) Bildiğim alanı,
iletişim yönetimini irdel
emek istiyorum. Yalçındağ, daha tatmin edici konuşuyor. Hukuk sürecine güvenin ötesinde saygıyı vurguluyor. O saygıdan kaynaklanan özen konuşmasına yansıyor.
Soner Gedik'in eski bir
hesap uzmanı olmasına rağmen denetlemeye gelen meslektaşlarıyla düzgün bir iletişim kuramadığı anlaşılıyor. 'Bize kimse bir şey yapamaz' ego şişmesine kendini fazlasıyla kaptırmış galiba. Şimdi ise tam tersine paniklemiş görüntüsü veriyor. Dönüp dönüp 'uzlaşma hakkımız elimizden alındı' cümlesini telaffuz ediyor. Bu cümle 'biz haklıyız' ana başlıklı toplantıyı bir anda boşluğa düşürüyor. İtibar, zaman ve emek maliyetlerini göz önüne alarak yargı süreci yerine uzlaşmayı tercih edeceklerini de kayıtlara geçiriyor. Tam tersine POAŞ cezasındaki uzlaşmadan sonra yeniden aynı yola gitmek tam bir itibar erozyonu olurdu. "O kapı açık olsa bile tercih etmez, yargıya gider aklanırdık" demesini beklerdim.
Gedik, cezaya götüren işlemleri izah etmekte de zorluk çekiyor. "26 Aralık'ta Almanya'da Noel tatili olduğu için 2 Ocak'a erteledik." diyor. Noel kestirilemeyecek bir gün değil. Her yıl aynı tarihe denk geliyor. Büyük ihtimalle patronu 'önemli değil, biz hallederiz' diyerek ikna etmişlerdir. "Denetleyen hesap uzmanları neden böyle bir rapor tuttular?" sorusuna verdiği cevaplar da tatmin edicilikten uzak. Hesap uzmanlarıyla, kontrolörler yıl sonunda 'Kim daha çok matrah çıkardı?' şeklinde skor yarıştırırlarmış. Böyle bir 'motivasyon'la hareket etmiş olabilirlermiş. Türkiye'nin en büyük medya patronuna ceza kesmeye yetecek bir motivasyon olmayacağı açık. Bu kadar
gazete ve televizyonun hışmını göze almak böyle basit gerekçelerle açıklanabilir mi? Onca gazeteci karşısında bu telaffuz edilebilir mi?
Soner Bey, kendini anlatırken 900'den fazla kişi içinden sınavla hesap uzmanlığına alındığını, çok uzun ve yüksek dereceli eğitimlerden geçirildiğini söyledi. Sözlerinin aynı zamanda cezayı kesen uzmanlar için geçerli olduğunu düşünemedi. Saygın ve iyi yetiştirildiği kayda geçen ekibin icraatını çürütmek zor olacak. Soner Gedik, sunum boyunca dağınık, unutkan ve heyecanlıydı. Bazı soruları algılamakta zorlandı. Grup gazetecilerinin sorduğu kolay soruları bile aklında tutamadı, tekrarlattı. Teklifimi revize ederek yenileyeyim: Dere geçerken at değiştirmeyecekseniz bile vitrine koymayın.