Bunun kişisel mizacıyla ilgili yönleri var, fakat daha önemlisi siyasi kültürümüzdeki “liberal
felsefe” eksikliğidir.
Bu yüzden bizde sağ, sol ve Kemalist akımlar kolayca otoriterliğe kayabiliyor; bu çok önemli.
Ama Erdoğan’a “Son
Osmanlı Padişahı” diye
pankart açılmasını önemsemedim; münferit, eksantrik bir olay olarak gördüm. Zaten mitingdeki AKP’li kalabalıklar da görevliler de tepki göstermişti.
Bu olayı önemsemedim ama Sayın Sayın
Oktay Ekşi’nin yazdıklarını çok önemsiyorum:
“Toplam 36
padişah çıkarmış Osmanlı hanedanından
Fatih Sultan Mehmet’i, hadi kılıçlarının hakkını vermek için
Yavuz Sultan Selim ile bir de
Kanuni Sultan Süleyman’ı ayırırsanız, geriye kalan 33 padişahtan hangisini saygıyla, hayranlıkla, ileri görüşlülükle anacaksınız?” (
Hürriyet, 6
Mart)
‘Aşiretten devlete’
Mesele Osmanlı’yı sevip sevmemek değildir, “tarih”teki süreçleri ve aktörlerini algılamak meselesidir. Bunun için de belli bir araştırma, inceleme gerekir. Bizim dağarcığımızda “yok” olan bir şey “tarihte de yoktu” denilemez.
Tarihimizde elbette kara sayfalar vardır ama bugünlerimizi hazırlayan beyaz sayfalar da pek çoktur.
Tarihe doğru bakabilmenin yolu, “tarihsel
gelişim” kavramı açısından bakmak, olayları ‘zaman’ı içinde görmektir.
Batı’da feodal yapılardan, Doğu’da aşiret yapılarından ‘ileri’sine geçmek için “merkezi hükümdarlıklar” kesinlikle ‘ilerici’ bir rol oynamıştır! Bizi aşiret yapılarından kurtarıp devlet, merkezi idare ve hukuk geleneğine, çağının yerleşik
medeniyet düzeyine ulaştıran, Osmanlı asırlarıdır!
Klasik Osmanlı hukukunun aynı dönemdeki
Avrupa hukukundan daha ‘ileri’ olduğunu,
Oktay Ekşi ile aynı dünya görüşüne sahip ama hukuk profesörü, rahmetli Hıfzı Veldet Hoca da yazmıştır.
O hukukun hukukçularını biz bilmiyorsak onlar tarihte de “yok” olmazlar.
Osmanlı mirası
Osmanlı “merkezi devlet” haline gelebildiği içindir ki, önceki Türk aşiret imparatorlukları gibi bir iki nesilde dağılmadı ve cumhuriyete çok değerli miraslar bıraktı: Hukuk, idare, askerlik,
adalet, eğitim ve güzel sanatlar gibi kurumlar...
Atatürk ve arkadaşları bu kurumları harekete geçirerek ‘kurtuluş’u ve ‘yeni kuruluş’u başardılar.
Başka hiçbir Üçüncü Dünya ülkesi böyle bir mirasa sahip değildi; bugünkü
Türkiye’nin ‘farklı’ olmasında Osmanlı mirasının katkısı son derece önemlidir.
Daha derinlere gitmeyelim, mesela reformist hükümdar III. Selim saygıya layık değil mi? Atatürk’ün çağdaşlaşma
modelinin 19. yüzyıldaki habercisi olan II. Mahmut’u Sayın Ekşi takdir etmiyor mu? Veya hukuki ve siyasi modernleşmemizin en önemli evrelerinden biri olan Tanzimat’ın
sultan ve sadrazamları? Osmanlı tarihinin en büyük eğitim modernleşmesini yapan
Abdülhamit?
Cumhuriyetin temel kurumlarına bakın, hangisinin temelinde Osmanlı yoktur?!
Elbette cumhuriyetin “Tek Parti” dönemi nasıl işlevini bitirip tarih olduysa, genel tarihimizde de Osmanlı 23
Nisan 1920 gününde işlevini yitirmiş, tarih olmuştu.
Bugün geleceğimiz için geçmişteki hiçbir dönem model olamaz!
Ancak, geleceğimize ışık tutacak bir “tarihsel gelişme” kavramına sahip olmamız için tarihe uzmanlarının gözüyle bakmamız gerekir.
Onlarca, hatta yüzlerce isim saymak mümkün. Burada adlarını zikredemediğim değerli tarihçilerden özür dileyerek çeşitli alanlarda birkaç isim zikrediyorum:
Genel Osmanlı tarihi: Halil İnalcık,
İlber Ortaylı.
Kültür tarihi: Fuat Köprülü, Ahmet
Yaşar Ocak.
Osmanlı iktisat tarihi: Ömer Lütfi Barkan, Şevket Pamuk.
Yakın Osmanlı tarihi: Zafer Toprak, Selim Deringil.
Osmanlılarda bilim: Adnan Adıvar,
Ekmeleddin İhsanoğlu.
Yabancı tarihçiler: Fernand Braudel, Bernard Lewis, Donald Quataert, Suraiya Faroqhi.