6-7
Eylül’ü düşünüyorum. Gayri müslim vatandaşlarımıza, özellikle Rumlara karşı 1950’lerin
İstanbul’undaki o tüyler ürpertici insanlık suçunu kim işledi?
Derin devlet...
Milli
Güvenlik Kurulu genel sekreterlerinden
emekli Or
general Sabri
Yirmibeşoğlu, 6-7 Eylül için 1991’de açıklamıştı:
“Muhteşem bir Özel
Harp örgütlenmesiydi.”
Hesabı soruldu mu?
Hayır.
Devlet, üstünü örttü.
1990’larda, özellikle
Güneydoğu’da işlenen binlerce
faili meçhul cinayet aklıma takılıyor.
Hesabı soruldu mu?
Hayır.
Meclisteki
Faili Meçhul Cinayetler Araştırma Komisyonu Başkanı Sadık Avundukluoğlu, 1990’lı yıllarda devlet-çete ilişkileri konusunda dehşete kapılınca, dönemin İçişleri Bakanı
Nahit Menteşe’yi arar ve şu yanıtı alır:
“Karıştırma bu işleri!”
Susurluk sürecini,
JİTEM’İ düşünüyorum, binlerce faili meçhul cinayetle ilgili olarak.
Mecliste 1990’lı yıllarda kurulan Susurluk Araştırma Komisyonu Başkanı
Mehmet Elkatmış‘ın yakınmaları aklıma takılıyor.
MİT’ten,
Genelkurmay ve
Milli Güvenlik Kurulu’ndan Meclis araştırmalarıyla ilgili olarak herhangi bir
yardım alamadıklarını söylemişti.
Ergenekon sanığı emekli General
Veli Küçük’ün, eski
MİT Müsteşarı ve
Jandarma Genel Komutanı Teoman Koman’ın Meclisteki Susurluk Komisyonu’na ifade vermeye gitmediklerini açıklamıştı Mehmet Elkatmış...
Hesap verilmemişti kısacası.
Mesut Yılmaz’ın başbakanlığı döneminde,
Başbakanlık
Teftiş Kurulu’nun hazırladığı Susurluk Raporu‘nda sık sık adı geçen
Abdullah Çatlı’yı anımsıyorum.
Mesut Yılmaz diyor ki:
“Susurluk Raporu’nu bugün tekrar okumakta fayda var. Orada bir olay anlatılıyor. Zamanın
Ankara Sıkıyönetim Komutanı olan dört yıldızlı general, Abdullah Çatlı’yı idam talebiyle yargılatmak için ararken, MİT’in başında bulunan üç yıldızlı general onu görevle ve en üst mercilerin bilgisi dahilinde yurtdışına göndertiyor. Şimdi gelin de, 1998’in Başbakanına (yani Mesut Yılmaz’ın kendisine-HC) yol gösterin lütfen. Nereden işe başlayacaktı? Kendisinden bilgi gizleyen kurumlardan mı, yoksa devletin tepesinden mi?” (
İsmet Berkan’ın 2
Şubat 09 tarihli
Radikal’deki “Mesut Yılmaz’dan
mektup var” başlıklı yazısından)
Başbakan’dan bilgi gizleyenler...
Hangi kurumlardı?
MİT mi, Genelkurmay mı?..
Mesut Yılmaz, Başbakan olarak ‘devletin tepesi’ne, yani cumhurbaşkanlığına mı
eleştiri oklarını yöneltiyordu?..
Bunlar da sorgulanmadı.
Mesut Yılmaz’ın daha bu yakınlarda çıktığı bir televizyon programında devlet ve hukuk konusundaki ilginç açıklamaları aklıma takılıyor. Terörle mücadele adına devletin 1990’larda nasıl hukuk dışına kaydığını anlatırken, askerle güvenlik güçlerini eleştirmişti.
Bunların hesabı soruldu mu?
Hayır.
Bütün bunları,
Mehmet Ağar‘ı geçen
akşam televizyon haberlerinde izlerken düşündüm.
Onca yıl geçti aradan.
Mehmet Ağar, Susurluk süreciyle, Abdullah Çatlı’yla ilgili olarak
mahkeme karşısına çıktı.
Çok şey biliyor Mehmet Ağar. Dönemin Cumhurbaşkanı
Demirel‘den de, dönemin Başbakanı
Çiller’den de, hatta belki Genelkurmay Başkanlarından da çok şey biliyor.
Konuşur mu? Sanmıyorum.
Mehmet Ağar, devletin tepesinden veya başbakandan daha çok şey biliyor ama bir noktanın da farkında elbet.
Özetlenirse:
Devlet, tıpkı 6-7 Eylül’de olduğu gibi, “Milli menfaatler söz konusu olunca gerisi teferruattır” zihniyetiyle 1990’larda hukuk dışına kayarken, bunun siyasal sorumluluğunun tek tek kimlere ait olduğunu da çok iyi biliyor Mehmet Ağar...
Susurluk’un hesabı sorulmadı.
Bundan sonra sorulabilir mi?
İyimser değilim.
Peki, Susurluk’un üstüne çarpı koyan devlet iradesi, Ergenekon’da da varlığını gösterecek mi, göstermeye başladı mı?
Soru işaretleri var, suyun yüzüne vurmaya başladı, zamanla daha iyi anlaşılır.
Şunu yazın bir kenara:
“Böyl
e devlet olmaz!” diyen, “Devletle hukuku tanıştırmak şart” diyen bir siyasal irade ve kararlılık olmadıkça, her seferinde seçilmiş otorite sonunda gidip devlete teslim oldukça,
demokrasi ve
insan hakları kapımızı çalamayacak.
Bu gerçeği çoktan öğrendim.
Böyle devlet olur mu dizisinin ikinci yazısı yarın.