Bugün Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül resmi ziyaret için Suudi
Arabistan’a gidiyor.
Başbakan Tayyip Erdoğan da geçen haftaki
Davos çıkışı ardından ilk büyük konuşmasını
Meclis’teki
AK Parti grubuna yapacak.
Gül’ün, ziyareti öncesi ‘El
Medine’ gazetesine verdiği demeci
Anadolu Ajansı’nca yayımlandı. Cumhurbaşkanı’nın söyledikleri şöyle aktarılmıştı: “
Filistinliler arası anlaşmazlıklara son verilmesi lazım.
Hamas,
Ortadoğu barış sürecine katılmalı ve bu sürece karşı tavrını değiştirmelidir.”
Bu önemli demeç bir yanıyla
Dışişleri Bakanı Ali
Babacan’ın Davos öncesi yaptığı “Hamas’ı desteklemiyoruz, ama Hamas’sız barış mümkün değil” ve “Hamas karar vermeli. Silahlı
örgüt mü,
siyasi hareket olarak mı devam edecek” açıklamalarıyla örtüşüyor. Diğer taraftan da Başbakan Erdoğan’ın Davos sırasında ve sonrasında yaptığı Hamas’ın Filistin’de
seçim kazandığı halde meşru sayılmadığı, ama sayılması ve sürece muhatap kabul edilmnesi yolundaki sözleriyle örtüşüyor.
Cumhurbaşkanı’nın demeci hayli özetlenmiş halde şu üç mesajı anlatıyor:
1- Filistinliler arası anlaşmazlıklara son verilmeli: Hafta sonu, 7
Şubat’ta
Ankara’ya gelmesi beklenen Filistin Devlet Başkanı Mahmut
Abbas, Hamas’ın Filistin
Kurtuluş Örgütü’nü tanımadığını söyleyerek
işbirliği yapmayı reddediyor. Hamas ise, FKÖ kurulduğu sırada Hamas’ın henüz kurulmamış olduğunu söyleyerek FKÖ’nün mevcut yapısını reddettiğini ve FKÖ’nün kendini yenilemesi gerektiğini söylüyor.
Türkiye’nin üzerinde en çok çalıştığı konular arasında bu var. Çünkü Ankara, Filistinlilerin kendi arasında uzlaşmaya varmamaları durumunda
İsrail ile uzlaşmaya varmalarının gerçekçi olmadığını düşünüyor.
2- Hamas Ortadoğu Barış sürecine tavrını değiştirmeli: Hamas, Filistin ve İsrail arasında imzaların atıldığı Oslao ve
Madrid süreçlerinde muhatabın FKÖ olduğunu öne sürerek anlaşmaları tanımıyor. Hamas’ın lideri
Halid Meşal, 2007’de Ankara’ya gelişinden bir süre sonra 1967 öncesi sınırları kanbul edebileceğini söylemişti. Bu Hamas’ın o güne kadar
İran’la aynı çizgideki ‘İsrail yok edilmelidir’ tavrını değiştirmesi anlamına geliyordu. Ancak sonraki gelişmeler bu açıklamayı gölgede bıraktı.
3- Öte yandan Hamas 2006’da seçim kazanmış olduğu halde ABD, AB, BM ve
Rusya’dan oluşan Dörtlü Girişim (Quartet) Hamas’ı muhatap almıyor. Bu gerilimi artırıyor. Davos sonrası Erdoğan’ın ve Türkiye’nin
Gazze ve Hamas nezdindeki itibarının artması, Türkiye’nin barış için sorumluluklarını da artırıyor. Ancak yetkililer, bu cümleden Türkiye’nin İsrail adına Filistinlileri silahsızlandırma gibi bir misyon üstlenmesinin beklenmemesi gerektiğini vurguluyorlar. Önemli olanın hem İsrail’in, hem de Filistin’in BM kararları çerçevesinde yaşama hakkını garantiye alan bir zeminin kurulması olduğu vurgulanıyor.
Türkiye’nin Hamas dikkate alınmadan barış sağlamanın gerçekçi olmadığı tezi giderek kabul görüyor. Örneğin
Fransız Cumhurbaşkanı Nicolas
Sarkozy, geçen hafta sonu bir Fransız
senato heyetini Şam’a gönderdi. Bu heyet Hamas yetkilileriyle de temas kurdu.
İngiltere’de de benzeri demeçler verilmeye başladı. Ancak burada önemli olan ABD’nin yeni Başkanı
Barack Obama’nın tutumu olacak.
İşte böyle kritik bir süreçte Türk dış politikası Başbakan Erdoğan’ın Davos çıkışıyla birlikte yeni bir bakış kazanmaya başlıyor.
Bu bakışı şöyle özetlemek mümkün: ‘Bundan sonra Türkiye başka ülkelerin desteğini kaybedersek diye düşünmeyecek. O ülkeler Türkiye’nin desteğini kaybedersek ne olur diye düşünecek?’
Bu söylemde ilk akla gelen, her nisan ayında Türk dış politikasını ABD’deki Başkanlık bürosunun ve
Yahudi kuruluşlarının kapısında bekleten
Ermeni soykırımı
yasa tasarısı oluyor.
Erdoğan’ın muhtemelen bugün AK Parti grubunda yapacağı önemli konuşmada ayrıntılandıracağı bu yeni bakışa göre, Ermeni karar tasarısında soruyu tersine çevirmek ve şöyle sormak mümkün görünüyor: Ankara bu aşamadan sonra, Ermeni karar tasarısının kabulünden ABD’deki Yahudi lobisini mi sorumlu tutacak? ABD’deki Yahudi lobisini sorumlu tutarsa İsrail’in bu işte parmağını arayacak mı?
Hal böyleyse ve Ermeni karar tasarısı ABD Kongresi’nde kabul edilirse, Türk-İsrail ilişkilerinin ve İsrail’in bölgedeki konumunun nasıl olacağına esas 25
Nisan sabahı bir daha bakmak gerekiyor. İsrail’de 10 Şubat’ta yapılacak seçimler öncesi tartışılmasında fayda var. Türkiye ve İsrail’den gelen ‘Bir şey yok, aşarız’ demeçlerine karşın, gerilim
yerli yerinde duruyor.