1992’de
Öcalan Yunanlı milletvekilleriyle birlikte
Türkiye’deki muhtemel
boru hatları
haritasına bakıyordu. Öcalan’ın parmağını koyduğu yerde Şemdin
Sakık (solda)
33 eri öldürdü.
PKK ile mücadelenin kritik bir aşamasında, fiili bir
ateşkesin sürdüğü 1993 baharında 33 erin
Bingöl-
Elazığ yolunda şehit edilmesi bütün oyun planını değiştirmişti. Türkiye bir geçiş dönemindeydi. 24 Ocak’ta gazeteci Uğur
Mumcu suikasta
kurban gitmiş, 17
Şubat’ta
Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref
Bitlis’in uçağının düşmesi sonucu şehit olması üzerindeki spekülasyonlar sona ermemişti. 17
Nisan’da Cumhurbaşkanı Turgut
Özal’ın uzun ve yorucu bir Orta
Asya gezisi sonrasında
vefat etmişti.
Başbakan Süleyman
Demirel Cumhurbaşkanı seçilmiş, DYP’de
Tansu Çiller’in seçilmesi henüz bir ihtimal halindeydi.
Bakanlar Kurulu’na
merhum Erdal İnönü Başbakan Yardımcısı sıfatıyla vekâleten
başkanlık ediyordu. Birkaç ay sonra 2 Temmuz’da 37 kişinin öldürüldüğü
Sivas katliamı ardından ayyuka çıkacak
yönetim boşluğundan söz edilmeye başlamıştı.
Geçtiğimiz hafta 33 erin şehit edilmesi olayı dosyasının
Ergenekon soruşturmasını yürüten savcılarla incelemeye alınacağı haberleri çıktı. Türkiye’nin geçmişinde karanlık kalan noktaların aydınlığa kavuşması için gecikmiş de olsa çaba harcanıyor olması önemli. 33 erin şehit edilmesi olayının şimdi adına Ergenekon denilen gruplaşmayla ilgisi olup olmadığını bilemem. Ama o dönem önemli fırsatların kaçırılmasına yol açan bu meşum eylemin nelerle ilgisi olduğu konusunda elinden geldiğince araştırma yapmış olan gazeteciler arasındayım. Elde ettiklerimi tekrar paylaşmak isterim.
Akla sığmayan şeyler
Sikorsky helikopterin sağa doğru sert bir dalış yaparak, aşağıda sıralı askeri çadırların, zırhlı muharebe aracı ve savaş helikopterlerinin arasına indi. Kendimizi pervaneden sakınarak iki büklüm çevrede görünen tek bina grubuna koştuk. Bingöl
tugay komutanlığı karargâhındaydık.
Başbakan vekili
Erdal İnönü ve
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan
Güreş ile birlikte bir gün önce, 24
Mayıs 1993 günü Elazığ-Bingöl karayolunda tuzağa düşürülerek katledilen 33 erin ilk
olay yeri soruşturması için
bölgeye giden bir grup gazeteciydik. Hemen brifing salonuna davet edildik. Önce Olağanüstü Hal Asayiş Bölge Komutanı Korgeneral
Necati Özgen bir giriş yaptı. Sonra da ayrıntıları anlatmak üzere sözü, üzeri kırmızı,
mavi siyah ok ve kesik çizgilerle dolu büyük ölçekli bir haritada, elindeki çubukla göstererek bilgi verecek bir istihbarat
subayına bıraktı.
Asker taşıyan
otobüs Bingöl’den Elazığ’a doğru yola çıkmıştı. Zırhlı muharebe
araçları ona eşlik ediyordu. İl sınırına gelince, Elazığ’a bağlı zırhlı araçlar korumayı alacaktı. Birleşme noktasına bir süre kala bir ilden gelen zırhlı araç dönüyor, diğer ilden gelen aracın otobüsü teslim alması da belli bir süre alıyordu. Tam il sınırında otobüs kısa bir süre korumasız kalıyordu. İşte saldırı tam il sınırında, otobüsün korumasız kaldığı o kısa sürede yapılmıştı.
Ortada akla sığmayan, ikna edici olmayan bir şeyler vardı.
Güreş çok kızdı
Arka sıralardaydım. “Orada boşluk olduğunu nasıl biliyorlardı?” diye bir soru sordum.
Sunumu yapan subay duymazlıktan geldi, “
Arz ederim komutanım” diye brifingin sona erdiğini duyurdu.
Soruma
yanıt alamamıştım. Yanında durduğum radyatörün borusuna tutunup üzerine çıktım. “Affedersiniz, soruma yanıt alamadım” diye yüksek sesle kendimi gösterdim. Subay “Soru yok” dedi.
Erdal İnönü rahatsız oldu, Orgeneral Güreş’e döndü, “Soru sorulmayacak mı?” diye sordu.
Güreş arkaya döndü “Kim soruyu soran?” dedi. El kaldırdım, “Orada boşluk olduğunu nasıl biliyorlardı?
İstihbarat hatası mı, güvenlik hatası mı var?” diye sorumu yineledim. Güreş, subaya döndü, “Cevap ver bakalım” dedi.
İkna edici bir
cevap yoktu. Güreş sinirlendi. Kalktı, Korgeneral Özgen’in kolunu tuttu, ikisi birlikte koridorun sonundaki bir odaya kapandılar. İnönü’nün canı da iyice sıkılmıştı.
Ateşkesle öne çıkan
PKK lideri
Abdullah Öcalan’ın, 1992
Nevruz’undaki
ayaklanma provasının İçişleri Bakanı
İsmet Sezgin ve Olağanüstü Hal Bölge Valisi
Ünal Erkan’ın amansız yöntemleri sayesinde bastırılması ardından tek taraflı ateşkes ilan etmişti. 15
Mart 1993’de ilan edilen tek taraflı ateşkesin ilk ayı toplumda bir rehavet havası esmesine yol açtı. Dikkatler hemen başka yöne kaydı. Türkiye, geleceğini bağladığı önemli bir proje olarak gördüğü Bakû-
Ceyhan petrol
boru hattı görüşmelerine yoğunlaştı. 5 Mart 1993’de
Ankara’da, Azerebaycan’da işbaşında olan Ebulfez Elçibey yönetiminin
Petrol Bakanı Sabit Bagirov ile
Dışişleri Bakanı
Hikmet Çetin arasında bir
protokol imzalandı.
Aslında Elçibey, protokolün gizli tutulmasını istiyordu. Ancak o sıralarda Cumhurbaşkanı Özal ile siyasi
rekabet içinde bulunan Başbakan Demirel, bu başarıyı kamuoyuna duyurdu. Buna göre, Bakû-Ceyhan hattını inşa edecek şirketler Mayıs’ın son haftası Bakû’de kendi aralarında
ortaklık anlaşmasını imzalayacaklar, Türk ve Azeri hükümetleri de bunu onaylayacaktı.
Petrol boyutu
Önerilen hat bugünkünden çok farklıydı. Öncelikle,
Gürcistan’dan geçmiyordu. Türkiye’nin tercihi, kısa bir mesafe
İran topraklarından geçerek, Nahcıvan üzerinden
Iğdır-
Ağrı civarlarından Türkiye’ye giriş yapması, sonra hemen güneye inerek
İdil ilçesi civarında, mevcut
Kerkük-Yumurtalık hattıyla
birleşmesiydi.
Yatırım sermayesini sağlayacak olan Batılı şirketler, buna karşıydı. Öncelikle İran’a yönelik
Amerikan ambargosu ortadaydı. Ayrıca hat neden
yoksulluk kıskacındaki
Ermenistan’dan geçmiyordu? Ancak Ermenilerin
Azerbaycan’ın elindeki Dağlık Karabağ bölgesini
kontrol amacıyla o dönem iyice tırmanan saldırıları hem Bakû’nün, hem de Ankara’nın bu rotayı kabulünü imkânsız kılıyordu. Ayrıca
İngilizler, Türkiye ve
Irak arasındaki Kerkük-Yumurtalık hattı anlaşmasını Türklerden daha iyi incelemişler ve Irak’ın onayı olmaksızın hattın ortak işletiminin imkânsız olduğunu saptamışlardı. Türkiye ise, hazır başta
Rusya’ya ve İran’a tamamen karşı, yakasında bozkurt rozeti taşıyacak kadar Türkçü Elçibey başta iken anlaşmayı bitirmek istiyordu.
Ankara’da imzalanan protokol bu nedenle bölgesel
politikalarında petrol kaynakları birinci derecede rol oynayan
ülkeleri, özellikle de Türkiye’nin yeni bir
oyuncu olarak sahneye çıkmasını istemeyen Rusya, İran ve Suudi
Arabistan’ı rahatsız etti. İran’ın Irak’la ihtilafı ve
Suriye ile hem askeri
işbirliği, hem
petrol anlaşması vardı. Suriye, henüz o dönemde
Rusya Federasyonu’nun kendisine karşı Sovyetler’in olduğu gibi kol kanat germeyeceğinden emin değildi.
Talabani ve Barzani
Öcalan’ın, o dönem
Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) lideri
Celal Talabani’nin önerisine uyarak ilan ettiği tek taraflı ateşkesin getirdiği böyle bir imkân ortaya çıkmıştı. Ankara ile Talabani ve Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) lideri
Mesud Barzani arasında balayı günleri yaşanıyordu. Türkiye’nin kuzey Irak’taki
Kürtleri
Saddam Hüseyin rejiminin saldırılarından korumak amacıyla oluşturulan Amerikan-İngiliz ağırlıklı hava kontrol gücüne, hava sahasını ve
İncirlik üssünü açması, Talabani’yi de Barzani’yi de memnun etmişti. Ceplerinde Özal’ın verdiği Türk diplomatik pasaportlarıyla, kırmızı pasaportlarla dünyaya çıkıyorlardı. Talabani, kendisini ABD-
İngiltere çizgisinin temsilcisi olarak
tescil ettirme eğilimini gizlemiyordu.
Öcalan’ın tek taraflı ateşkesini Cumhurbaşkanı
Turgut Özal’ın vefatından bir gün önce 16 Mayıs’ta,
Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) lideri Celal Talabani’nin talebine uyarak uzattığını açıklaması, çoğu çevrede
erken bir iyimserliğe yol açmıştı. Bölgede güvenlik sorunu azaldıkça bu dev projenin hayata geçirilmesi de mümkün olacaktı.
Şimdi, o açıklama üzerinden sekiz gün geçmişken, 24 Mayıs’ta sevkıyatları yapılan 33 silahsız er otobüsten indirilip kurşuna diziliyordu. Ortada mantıklı bir neden görünmüyordu.
Saldırıyı PKK’nın üst düzey yöneticilerinden, ‘Parmaksız Zeki’ takma ismiyle tanınan
Şemdin Sakık idaresindeki bir
militan grubunun yaptığı kısa sürede anlaşıldı. Tuhaf olan, o sırada Suriye ve Suriye’nin kontrolündeki
Lübnan’ın Bekaa Vadisinde kalmakta olan Öcalan’ın hemen bu eylemin kendi talimatıyla yapılmadığını açıklaması oldu.
Yunanlılar ve Öcalan
Gerçi Öcalan 20 Mart 1992’de kendisini o zaman henüz kapatılmamış olan Beka vadisindeki kampta ziyaret eden bir grup Yunanlı milletvekili ile buluşmuştu. Bunlar iktidardaki PASOK’a mensup Lefteros Varivakis, Dimitrios Vounatsos,
Elizabeth Papazoi ve Kostas Baduvas idi. Bu milletvekilleri yanlarında iki harita da getirmişlerdi. Haritalar Türkiye ve etrafındaki muhtemel
petrol boru hattı rotalarını gösteriyordu: Grek harfleriyle yazılı olması Yunan
heyetince getirilmiş olduklarına işaret ediyordu. Öcalan, Yunan heyetiyle haritalar önünde fotoğraf çektirdi. Bu resimlerden birinde Öcalan’ın Yunan heyet üyelerine parmağıyla Bakû-Tiflis-Ceyhan boru hattı rotasında bir noktayı işaret ediyor ve gülüyordu. Bir yıl kadar sonra 33 erin öldürüleceği bölge, tam Öcalan’ın gösterdiği bölgeydi. Yine de Öcalan yıllar sonra dahi bu eylemi “Ateşkese indirilen bir
darbe” olarak niteledi. Sakık’ın bu eyleminin altında, Bakû-Ceyhan boru hattının inşasını istemeyen, bu projeden rahatsız olan bir ülke, ya da bir çıkar grubunun dolaylı yönlendirmesi olup olmadığı bugüne dek yanıtını bulmamış bir soru değildir.
Aliyev iktidara geldi
Arada bir ilişki olup olmadığı bugüne dek karanlıkta kalmış olsa da boru hattı anlaşması önce 4 Haziran’a ertelendi. 4 Haziran geldiğinde şirketler bir anlaşma yerine bir mutabakat zaptı imzaladı. Ancak bu imza hiçbir zaman hayata geçirilemedi. Çünkü Azerbaycan’da anlaşmayı imzalayacak bir hükümet kalmamıştı.
Moskova ve
Tahran yanlısı grupların birkaç hafta içinde tırmandırdığı iç çatışmalar sonucu, 16 Haziran gecesi, Elçibey devrildi. Ertesi gün Nahcıvan
Meclis Başkanı
Haydar Aliyev Bakû’ye gelerek idareyi eline aldı. Ondört yıl Azerbaycan Komünist Partisi Genel Sekreteri olarak ülkeyi yönetmiş olan eski Sovyet gizli servisi KGB yöneticisi ve eski SBKP Politbüro Üyesi Haydar Aliyev için Moskova ve Tahran yanlısı silahlı grupları alt etmek çocuk oyunu sayılırdı; öyle de oldu. Aliyev’in ilk işlerinden biri de, Elçibey’in gizli kapaklı yürüttüğü bütün anlaşma görüşmelerini iptal etmek oldu.
Petrol toplantısı
Aliyev’in resmen Başkan seçildiği eylül ayını takip eden günlerden birinde Türk Dışişleri’nde Bakû-Ceyhan hattının nasıl canlandırılabileceği için bir toplantı yapılıyordu. Son gelişmeler ardından bölgede silahlı saldırılar yeniden korkunç boyutlara tırmanmış ve yayılmıştı. Artık bir hat olacaksa da bunun hemen güneye indirilip Irak hattına bağlanmasının güvenlik açısından ikna edici olmayacağı görülüyordu. Hattı daha kuzeye çekmek, belki
Erzurum-Sivas rotasıyla (yolu neredeyse iki katı uzatarak)
İskenderun’a indirmek mümkün olabilirdi.
Azerbaycan’daki yönetim değişikliğiyle Azeri petrollerinden petrol devleri kadar büyük bir hisseye sahip olma imkânı kaybolan Türkiye
Petrolleri (TPAO) Genel Müdürü
Okan Özdemir,
Dışişleri Bakanı Hükmet Çetin’in önüne büyük ölçekli bir Türkiye haritası açtı. Harita muhtemel boru hattı rotalarını gösteriyordu. Özdemir, haritayı İngilizlerden yeni almıştı.
İngiliz haritaları
Haritada garip bir durum uzmanların dikkatini çekti. Türkiye’nin üç bölgesi kabaca elipslerle işaretlenmiş ve içleri kurşun kalemle taranmıştı. Bu bölgelerden en geniş olanı,
Hakkâri,
Şırnak,
Siirt,
Diyarbakır yörelerini içine alıyordu. İkinci ve daha
küçük olanı
Kars-Iğdır-Erzurum bölgelerini içine alıyordu. En küçük tarama ise Sivas etrafında görülüyordu.
Özdemir’e bunun ne olduğunu sordular.
Özdemir de İngilizlere sormuş ve “Terör bölgeleri yanıtını” almıştı. Hikmet Çetin, damarlarındaki kanın adeta çekildiğini hissetti. PKK’nın eylemleri üzerinde spekülasyon hep yapılmıştı ama Sivas farklıydı. Daha bir kaç ay önce, 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta
Alevi kuruluşlar tarafından düzenlenen Pir
Sultan Abdal şenliği basılmış, şenliğe katılan sanatçıların kaldığı
Madımak Oteli ateşe verilmişti. 37 kişinin can verdiği olaylar nedeniyle gözler önce
Sünni tabana dayalı politika yapan
Refah Partisi üyesi belediye başkanı
Temel Karamollaoğlu’nun üzerine dönmüş, ancak sonra (ileride milletvekilliği de yapacak olan) Karamollaoğlu’nun olayları yatıştırmaya çalıştığı ve başarısız kaldığı anlaşılmıştı. Perde arkasında daha radikal güçler vardı.
Mantıksız hamle!
O dönem TSK’da görev yapan
terörizm uzmanı Doktor Nihat Ali Özcan, o sıralarda PKK’nın kendi izlemesi gereken stratejiye uymayacak şekilde, güçlerinin önemli bir kesimini aniden kuzeye, Iğdır-Ağrı bölgesine kaydırmaya başladığına dikkat çekiyor. Özcan “İlk anda bunun bir mantığı olmadığı düşünüldü” diyor; “PKK zaten zora düşmeye başlamıştı. Güçlerini ‘Botan’ diye andıkları Irak sınırında yoğunlaştırmak yerine, bölerek fazla bir tabanları olmayan İran-Ermenistan sınırında eylemlere başlamaları, doğrudan PKK’ya yarar sağlayacak bir şey değildi. Zaten olmadı da. Bunun başka bir amacı olmalıydı. Şimdi olaylar daha kolay anlaşılabiliyor.” Özcan’a göre, o dönem sayıları 1000’i geçen PKK militanı Irak’tan İran dağ yollarını kullanarak ‘kuzeye’ geçmişlerdi.
Azeri petrollerini dünya pazarlarına Rus, ya da Arap-İran kontrolü olmadan aktaracak
petrol boru hattı projesinin hayata geçirilmesi biraz daha bekleyecekti. Gürcistan‘dan geçerek Bakû-Tiflis Ceyhan adını alan ve ‘kuzey hattını kullanan’ anlaşma, 18
Kasım 1999’da, Öcalan’ın yakalanıp hapse mahkûm edilişinden bir kaç ay sonra,
İstanbul’da Demirel, Aliyev ve Gürcistan devlet başkanı Eduard Şvardnadze tarafından, ABD Başkanı Bill
Clinton’un şahitliğinde imzalanabilecekti. (Kürt Kapanı, Remzi Kitabevi,
Ekim 2004, İstanbul, ss 17-23)
***
Dedik ya, 33 erin şehit edilmesinin Ergenekon’la bağı var mı yok mu henüz bilemiyoruz. Ama pek çok şeyle bağı olduğu görülebiliyor. Pek çok şeyi daha iyi anlamak için yönetim boşluğunun olduğu 1993 yazına bakmamız gerekebilir.