Gözaltılara
itiraz etmeyen, suçluların ‘elbette cezalarını çekmeleri’ gerektiğini savunan başyazar, ‘Bunun bir sonu yok mudur?’ diye soruyordu.
Bilmiyorum.
Bilsem mutlaka yazardım.
Denilenlere göre,
Ergenekon, ‘ucu açık’
soruşturmalardan biriymiş.
Ucu açık soruşturmalar da, kolay kolay bitmiyormuş.
Başyazar, ‘uc’unu görmek istediğine göre, soruşturmanın dayanacağı yerden korkuyor olmalı.
Korkmasın...
Nereye dayanabilir ki?
Bazı otoriter ve totaliter düşünceleri savunan,
darbe yanlısı, NATO ittifakı dışında
Türkiye’ye yeni bir ‘istikamet’ dayatan,
karargah çıktılarına itibar ederek meslektaşları aleyhinde ‘alçakları tanıyalım’ şeklinde yazılar yazan herkesi gözaltına alamazlar ki...
Ruşen Çakır dostumuzu da içeri alacak halleri yok...
Ergenekon konusunda, kendisine ‘ortalarda bir yer’ beğenen Ruşen dostumuz, son gözaltılardan sonra yerini iyice yadırgadı:
Mealen, ‘bu işin, ulusalcı görüşleri savunan ve hükümete muhalefet eden kimseleri cezalandırmaya dönüştüğünü’ yahut ‘dönüştürüldüğünü’ söylemeye başladı.
Ulusalcı olmak suç değildir.
Hükümete muhalefet etmek de suç değildir.
Hele, ulusalcıların mitinginde boy göstermek, ADD üyesi olmak,
Cumhuriyet gazetesi okumak (Cumhuriyet gazetesi okumak suç değil ama, Cumhuriyet gazetesi bombalamak suç),
İlhan Selçuk’u ‘sosyalist’ sanmak, Kemalist dergilere
bağış toplamak, ‘
Ordu göreve’ pankartlarının altında yürümek, ‘aslında iyi bir Amerikancı’ olduğunu söyleyen bazı
kimya profesörleriyle ‘Avrasyacılık’ oynamak,
Hulki Cevizoğlu’nun programına konuk olmak, ‘Ergenekon efsanesi’ şeklinde yazılar yazmak hiç suç değildir...
Bu ülkede saçmalama özgürlüğü var.
İsteyen, istediği kadar saçmalayabilir.
Başyazarın da iddia ettiği gibi, gerçekte herkes panikte mi?
Bir ‘korku cumhuriyeti’ mi yaratılmak isteniyor?
Ergenekon savcısı
Zekeriya Öz, Joseph McCarthy’den rol mü çalıyor?
Süreci böyle mi okumalıyız?
Kabak gibi ortaya çıkmış onca bombayı, onca
cinayeti, onca suikast planını, yeraltına gömülmüş onca
silah ve askeri mühimmatı görmemeli miyiz?
Bu kadar
faili meçhul cinayet...
Bu kadar yargısız
infaz...
Bu kadar gözaltında kayıp...
İlaveten
uyuşturucu ticareti...
İlaveten
silah kaçakçılığı...
Buraya dönük bir ‘soruşturma’ açılmamalı mı? Kanun dışına çıkmayı itiyat haline getirmiş bazı devlet görevlilerinden
hesap sorulmamalı mı? Halktan toplanan vergilerle alınan silahları, yine halka doğrultan ‘halaskaran kadro’ ayıklanmamalı mı? Darbe cuntalarıyla ‘iş pişiren’ bazı sivillerin yakasına yapışılmamalı mı?
Başyazara bir yerde katılıyorum:
Hukukun üstünlüğü, ‘korku’ ve ‘tedirginlik’ üstüne inşa edilmemeli.
Her ‘darbe geyiği’ yapan içeri alırsanız, memlekette adam kalmaz.
Hele, ‘tıp süreci’ne dahil edilmesi gerekenleri ‘
sanık’ mevkiine oturtursanız, işin ciddiyeti kaçar.
Hem ciddiyeti kaçar, hem tadı...
Nitekim,
mahkeme bir yanlıştan döndü ve esasında gözümüz gibi bakmamız gereken Profesör
Yalçın Küçük’ü
tahliye ederek, ‘sulandırıcı’ kadronun eşlinden önemli bir kozu almış oldu.
Darısı, diğer ‘salimler’in başına...