İsrail’in 27
Aralık’ta
Gazze’ye yönelik kanlı saldırısı, 28 Aralık tarihli
Hürriyet’in manşetine ‘Füzeli
katliam’ olarak yansıdı.
Anormal olan spottaki şu cümleydi: ‘İsrail savaş uçakları, iki günde 200 Katyuşa roketi atan
Hamas’ı dün yoğun hava saldırılarıyla yerle bir etti. 225 kişi öldü, 700 kişi yaralandı.’
Manşetin devamı ise iç sayfalarda ‘Katyuşa katliamı’ yer aldı.
Spota sıkıştırılan bu ifadeyle verilmek istenen
mesaj belliydi. Hamas kaşındı, İsrail kendini savundu!
Yaser
Arafat’ın liderliğindeki El
Fetih’i bölmek için Hamas’ı kurduran (ya da kurulmasına göz yuman) ABD ve İsrail’ın aslında söyleyeceği fazla söz yok ama içimize kadar sızmış uzantıları kraldan fazla kralcı oldular.
İstatistiklere göre; Hamas’ın son 7 yılda İsrail topraklarına fırlattığı 3 bin 700 füzenin patlaması sonucu hayatını kaybedenlerin sayısı 20’yi geçmiyor. Üstelik bunların 900’ü sınırı bile aşamadı.
Hürriyet’in manşetine taşıdığı ‘Katyuşa’ füzeler 9 kilometre menzilli ve yarattığı tahribat çok büyük değil.
Kaldı ki, İsrail’in saldırısına dayanak yaptığı ve bardağı taşıran son damla olarak gördüğü, Hürriyet’in de hak verdiği saldırıda ise sadece 1 kişi öldü.
Gelin bir de İsrail’e bakalım.
Gazze’ye atılan füzeler ve
kara harekatı sonucu ölenlerin sayısı 500’ü aştı. Biraz daha geri gidersek, son bir yılda İsrail’in saldırısı sonucu ölen Filistinlilerin sayısı bine yaklaştı.
Üstelik bunların çoğu kundaktaki bebekler.
Dağlıca’da,
Aktütün’de,
Gabar’da onlarca askerini şehit veren
Türkiye,
Kuzey Irak’a yönelik hava ve kara harekatında bir sivilin burnunu dahi kanatmadı. Buna rağmen dünyanın bir ucundaki Çin bile başını kaldırıp ‘harekat dursun’ dedi.
Muhatap, ABD’nin
Ortadoğu’daki şımarık çocuğu İsrail olunca susuverdiler. ABD ve
Rusya başta olmak üzere dünya liderleri seyretmeyi
tercih etti, AB sınıfta kaldı. Erdoğan,
Kaddafi ve Ahmedinejad dışında katliam karşısında net tavır alan lider çıkmadı.
Katliamı dünya gibi İsrail’in ‘
savunma hakkı’ olarak gören
egemen medyadaki bu yaklaşım, iç siyasi kavganın da malzemesi haline getirilerek ‘İsrail bunu Erdoğan’ın yanına bırakmaz’ dercesine avuç ovuşturmaya başlayanlar az değildi.
22 Temmuz’dan önce ABD büyükelçisine ‘AKP’yi bırakın bizi destekleyin’ diyen Ergenekoncu gazetecilere eklenen yenileri, İsrail’den neredeyse siyasete müdahale etmesini bekler gibi pozisyon aldılar.
Anayasa Mahkemesi’ne ‘vurun’ dediler ölmedi,
Yargıtay’a ‘çakın’ dediler yıkılmadı,
Genelkurmay’a ‘Haydi ne duruyorsunuz,
darbe yapın’ dediler ciddiye alınmadı, şimdi İsrail’den medet ummaya başladılar.
Şunu da yabana atmamak lazımdır. İsrail’den ABD’ye uzanan küresel sermayenin Türkiye üzerindeki gölgesi, katliam karşısında sesini yükselten Türkiye’yi kısmak ve kendi içine kapatmak için
iktidar düşmanlarına
vize kolaylığı sağlayabilir.
Hatta provokatif eylemleri körükleyebilir. Aman dikkat!..
Nazım’ın tırnağı olamazlar
İktidar partisi, art arda tabuları yıkmaya devam ediyor. ‘Sessiz devrim’ gibi algıladığımız
Kürtçe kanalın ardından ünlü Şair Nazım Hikmet’i Türk vatandaşlığından çıkaran
Bakanlar Kurulu Kararı’nı kaldırdı.
Nazım 58 yıl sonra vatandaşlığa döndü. 1951 yılında vatandaşlıktan çıkarılan Nazım, 1963’de öldü ama sürgündeki hayatı düne kadar devam etti.
Artık o, vatansız değil.
‘
Anadolu’daki bir köye gömün beni/ başımda bir de
çınar olursa/ taş maş da istemez hani’ dizelerindeki vasiyetinin yerine getirilmesi ise tümüyle ailesinin inisiyatifinde. Arzu ederlerse Nazım için Anadolu’da bir çınar altı bulunur.
Yıllardır Nazım’ın vatandaşlık mahrumiyetini dillerine pelesenk edenler ne yazık ki bu kararı görmezlikten geldiler. Denebilir ki yürekleri dağlayan Gazze acısı, gündemden düşürdü. Oysa dün Hürriyet’in sürmanşetinde ‘Babaannenin
Beyaz Saray provası’ vardı. Haberde Obama’nın
Kenya’daki babaannesinin
tören hazırlığı anlatılıyordu.
58 yıl sonra Nazım’a yapılan ‘iade-i itibar’ın Hürriyet için ‘Obama’nın babaannesi’ kadar değeri yoktu.
Radikal de bu kararı, müstehzi edayla iki sütuna yayarak ‘Bu da Nazım
açılımı’ başlığıyla duyurdu okuyucularına.
Kürtçe TV nasıl DTP’nin ezberini bozduysa Nazım kararı da yıllarca şiirlerine ağıt yakan gazeteci dostlarımızı dağıttı.
AK Parti’ye olan hınçları ve bu yeni açılımlar arasında sıkışıp kaldılar.
Siyasi düşüncelerine katılın ya da karşı çıkın, ortaya koyacağınız hiçbir tepki onun
şair gücünü gölgelemez. Memleket sevdalısı ve
dava adamıydı.
Zekeriya Sertel’in ‘Hatırladıklarım’ kitabında (sayfa 166) Nazım’a atfen aktarılan bir anekdot onun kişiliğini anlatmaya yeter artar bile.
Atatürk, bir grup arkadaşıyla
Dolmabahçe’de sofra kurmuş. Hazır bulunanlar bir ara Nazım’dan övgüyle söz edince şiir plakları getirilip çalınır. Nazım’ın şiirlerini ilk kez dinleyen
Mustafa Kemal, arkadaşlarına ‘Bu şair sizlere benzemiyor’ der. Nazım’ı getirtip şiirlerini onun ağzından dinleme arzusuna kapılır.
Fakat
vakit gece yarısını çoktan geçmiştir.
Telefonla
Kadıköy Polis Merkezi’ne Nazım’ı bulup getirmeleri emri verilir. Gece geç vakit bir polis, Nazım’ın kapısını çalar. Nazım uykudan kalkıp kapıyı açar. Karşısında polisi görünce şaşırır. Bir an
soğuk terler döker.
Polis nezaketle Mustafa Kemal’in kendisini
Dolmabahçe Sarayı’nda beklediğini bildirir. Nazım o vakit kendisine gelir: ‘Oğlum. Paşaya benden
selam söyle. Ben Deniz Kızı Eftelya değilim.’
O sıralarda Eftelya, Mustafa Kemal’in sofrasından eksik olmayan ünlü bir şarkıcıdır. Nazım, bu davetle Eftelya’ya benzetildiğini düşünmüştü.
Nazım’ın cevabı karşısında sofranın müdavimleri şoke oldu. Cevabı merakla beklenen Atatürk şöyle dedi: ‘Aferin çocuğa, işte şair dediğin böyle olmalı...’
Bugün
emekli komutanların laflarını bile ‘emir’ telakki edip hizaya geçen ve karanlık dehlizlerde darbe senaryoları pişiren sözde devrimcilere ithaf olunur.
Nazım’ın tırnağı bile olamazlar.