İsrail'de görev yapan bir hariciyeli "İsrail-
Filistin arasıdaki husumetin hiç bitmeyeceğini, ancak bile bile insanlara umut depolamak zorunda kaldıklarını”
itiraf etmişti. Oysa o
topraklarda yaşarken aklımdan İsrail'deki
zeytin bahçelerinin
İzmir'dekilere benzedigini geçiriyor, barışa dair umutlar besliyordum. Taa ki...
İsrail'in Lübnan'a savaş açtığı 2006'nın yaz aylarında ben de kutsal topraklardaydım. Telaviv’den
Kudüs’e dolmuşla giderken yol kenarlarındaki tek tük
zeytin ağaçları Ege havası vermişti bu topraklara. Bu inciye bir de dağı, taşı, toprak yapısının benzerliği eklenince iyiden iyiye İzmir’de hissetmiştim kendimi. Bu bahtiyarlığım çok geçmeden yerini endişeye bırakacaktı. Biraz ileride botları tozlanmış askerin elindeki muazzam
silahı bize doğrultmasıyla doğayla oynadığım barışcılık oyunu oracıkta sonlanacaktı.
Kutsal şehir Kudüs'ün silahların altında yaşamaya mahkum edildiğini görmek acı vermişti. O dönem not ettiğim izlenimlerimi karıştırırken Kudüs’ü resmeden şu satırlar çekti dikkatimi: “Şehri tüm ayrıntılarıyla gösteren Zeytin Dağı'ndan, bu dağki İzmir’in Kadifekalesi gibi bir muazzam manzaraya sahip, palmiye ve çam ağaçları ile kaplı, dingin Kudüs'ü izlerken tepedeki kara bulutların kan taşıdığından kimsenin haberi yok. Her köşe başında kızlı erkekli
genç İsrail askerleri ellerine tutuşturulan boyları kadar silahlarla bekliyor bu üstüne titrenilen şehri. Kudüs halkı sanki savaştan bihaber geceleri sokakları ve eğlence mekanlarını dolduruyor. Kanuni Sultan Süleyman'ın
duvarları arasında
Müslüman,
Yahudi,
Ermeni,
Hristiyan yan yana yaşıyor ya da yaşatılıyor. Ara sokaklarında ben ise barış arıyorum. Yollar o kadar dar ki duvar kokusu her yerde.
Ezan sesi duyuyorum Mescid-I
Aksa tarafından. Siyah beyaz bir korku filmi geçiyor gözümün önünden: “1967’deki Altı Gün
Savaş’ında İsrail, Arap devletlerini yener. Sonra da kendini bilmez İsrail askerleri Peygamber
Efendimiz’in(SAV) Mirac’a yükseldiği yere kendi
bayraklarını
diker.
Türkiye’nin de baskısıyla o bayrak oradan indirilir. Bu gerçek film böyle biter.” Kanuni’nin duvarından dışarı adımınızı attığınız anda bir güvensizlik hissi kaplıyor bedeninizi. İsrailli genç üniformalı kız askerler de gecenin ilerleyen saatlerinde kocaman silahlarını bir kenara bırakıp, gece gözlüklerini takıyorlar. İnsanlar çarşı,
pazar, giyecek ve
yiyecek peşinde. Gençlik de üç dinin merkezinde yolunu kaybetmiş. Aynı şekilde Telaviv'de savaş uçakları kuzeye silah taşırken onların gölgesinin düştüğü sahil şeridi boydan
boya dolu. Kilometrelerce uzanan sahil boyunca gece yürüyüşleri yapılıyor, diskotekler dolup taşıyor, elit yemekler yeniyor, lüks otomobillerin egsozlarından
özgürlük dumanları çıkıyor!”
Mavi emzikli çocuğun kafasına İsrail bombası düştüğünde yani Kana katliamı yapıldığında da Kudüs'teydim. Mavi emzikli çocuk ki hafızalara kazınan son fotoğrafında; yıkılan duvarların arasından yüzünü son bir kez güneşe çevirmiş, emziğini de ağzından bırakmamıştı. Çok geçmedi kutsal toprakların diğer bebekleri de aynı kaderi paylaştı onunla. Minicik yavruların göz yaşlarına bombaların tozu karıştı, çamur oldu yine.
Çamur ağladı yeryüzü! Çamur ağladı Filistin! Nobran insanlardan,
nemrut suratlardan, ketum dillerden dökülen savaş sözleri ağlattı dünyayı birkez daha. Çok uzak değil
Mescid-i Aksa, çok uzak değil
Mekke-
Medine. O gün gazetelerin birinci sayfasındaki toprağa karışmış çocuk fotoğrafları uykumu kaçırdı günlerce. Şimdi de nüfusunun yarısından fazlası 15 yaşın altında olan Gazze'deki çocukların çığlık sesleri bölüyor uykumu. Bu çığlıklar ulaşıyor mu acaba onların da kulağına! Yoksa aynı vurdumduymazlıkta Kutsal toprakların keyfini mi sürüyorlar?
Ege’de barış anlamı taşıyan ve insanların geçimini sağladığı için bereket hüviyeti olan zeytin bahçeleri İsrail'de kan ile beslendiği için meyveye durmuyor, dursa da acısından yenmiyordu artık. Bugün günlüğümü Gazze'deki katliamdan sonra tekrar çıkarıp bir hatamı düzelttim. İsrail'in zeytin bahçeleri İzmir'inkilere benzeyemez! Bunu kabul edemiyorum artık...