Gazi,
Fırat,
Erciyes,
Cumhuriyet ve
Trakya üniversitelerinde,
seçim sonuçlarını ve YÖK’ün yaptığı ‘sıralama’yı es geçerek, kendi ideolojik cemaatinden kişileri
rektör olarak atadı.
Kimse
itiraz etmedi.
Bağımsız bir kurul olduğunu öne süren ÜAK sustu.
Sendikalar oralı olmadı.
Hep şahane, hep mükemmel, hep ‘hayran olunası’ tepkiler veren solcu lider ağzını açmadı.
Sağa sola çemkirmekten başka marifeti olmayan
kalem sahipleri derin bir sessizliğe büründü.
Sezer bunu hep yapıyordu...
Süleyman
Demirel Üniversitesi’nde de aynını yapmıştı.
Seçimde ikinci ve üçüncü gelen kişiyi değil, ‘toplist’te adı dahi olmayan birini rektör olarak atamıştı. Üstelik, o ‘biri’nin
oy oranı yüzde 10 bile değildi. Siyasette olsaydı,
baraj altında kalacaktı.
Kimse itiraz etmedi.
Sosyalist solcularımız sustu.
Bağımsız bir kurul olduğunu öne süren ÜAK kılını dahi kıpırdatmadı.
Hep şahane, hep mükemmel, hep hayran olunası tepkiler veren solcu lider yine ağzını açmadı.
Kadrolu ‘
Baykal yalakaları’ yine derin bir sessizliğe büründü.
Sezer dur
durak bilmiyordu...
Kocaeli’nde, Kahramanmaraş’ta, Malatya’da... Daha birçok yerde, liste birincilerini değil, ‘yakınlık’ derecesi yüksek adayları rektör olarak atadı.
Mesela, hem liste birincisi olan, hem de ‘güvenilirlik’ sorunu bulunmayan (üstelik YÖK’ten icazetli) eski rektör Prof. Rıza Ayhan’ı değil, kendi ideolojik cemaatine yakın bir ismi, muhtemelen daha da ‘güvenilir’ bulduğu Prof. Kadri Yamaç’ı
tercih etti.
Üstelik, bu tercihinde duygusal davranmıştı.
Prof. Rıza Ayhan, çünkü, rektörlüğü döneminde, Yükseköğretim Yasa Taslağı çalışmalarında hükümetle
diyalog kurulması gerektiğini söylemiş, bazı laik yürekleri ağızlara getirmişti.
Sizin anlayacağınız, bir ‘cezalandırma’ sözkonusuydu.
Buna da kimse itiraz etmedi.
Elbette,
yasalar gereği seçme yetkisini kullanan kişinin, yani Cumhurbaşkanı’nın, ‘demokratik teamüllere’ uyması gerekmiyordu. İsterse, en az oyu alan kişiyi rektör olarak atayabilirdi. Tamamen ‘seçicinin keyfine’ kalmış bir durumdu.
Fakat, seçicinin keyfi, bazen ‘ilginç durumları’ da ortaya çıkarıyordu.
Ne gibi?
İnönü Üniversitesi rektörü Prof. Fatih Hilmioğlu’nun ikinci kez atanması gibi...
Hilmioğlu kim mi?
Hilmioğlu, Ergenekon’dan dolayı
tutuklu bulunan bazı kişilerin düzenlediği ‘
Kıbrıs mitingine’ üniversite kesesinden öğrenci taşımış, AB sürecini ‘
ihanet’ sayan, yönettiği üniversitenin senatosuna sık sık ‘darbeleri meşrulaştırıcı’ kararlar aldıran bir kişidir.
Üstelik, yolsuzluk dosyası YÖK’te beklemektedir.
Şimdi...
Sezer’e sessiz kalanlar,
İstanbul Üniversitesi’ndeki rektörlük seçimini bahane ederek, ‘atama usulüne’ (ve tabii Cumhurbaşkanı Gül’e) itiraz ediyorlar...
İyi de, ‘itirazcı’ sıfatını hak etmek için bugüne kadar ne yaptınız?
Hangi demokratik yararı gözettiniz?
Hangi ‘ulusalcı laikçi cemaatçiliğe’ karşı çıktınız?
Sezer’in yöntemi ‘demokratik’ olacak, bu yöntemi daha makul çizgilere çeken ve ‘rektör atama yetkisini benden alın, böyle olmuyor’ diyen Gül’ün yöntemi ‘antidemokratik’ sayılacak...
Öyle mi?
Bunlara verilebilecek en güzel
cevap şu:
Gidin lan işinize...
Derdinizi bu harikulade sistemin mucidi Kenan Evren’e... Kenan Evren’in yaptığı anayasayı (dolayısıyla atama sistemini) değiştirtmemek için ölümüne mücadele veren ‘şahane’ önderiniz Deniz Baykal’a anlatın...