Ergenekoncuların dudak büzüşünden ‘idhar’ kadrolarını harekete geçirmek isteyecekleri belliydi.
Kabul etmek lazım, bu süreçte en sıkıntılı isim, Genel
kurmay Başkanı
Orgeneral İlker Başbuğ’dur.
Bir tarafta çok sayıda Ergenekon sanığı, şüphelisi ve
yandaşının ‘generallerini teslim etmiş adam’ sloganıyla yürüttüğü
psikolojik harekat, diğer tarafta demokratik rejime sahip çıkan güçlü millet iradesi...
Kimilerinin ‘
genç subaylar’ diye formüle ettiği TSK içindeki Ergenekon’un asli ve idhar kadrolarını hafife almayın. 38 kişilik cuntanın gerçekleştirdiği 27
Mayıs kanlı askeri darbenin, o süreçte harp okullarında eğitim gören genç subay adayları ve ağabeylerinin zihinlerinde yarattığı ‘
Rüştü Erdelhun sendromu’ görmezlikten gelinemez.
Birçok komutanın, cuntacılara ‘yandaş’ olmazsa, Erdelhun Paşa gibi rütbeleri sökülerek cezaevine atılacağı korkusuna kapıldığı hep söylenir. Örnek olarak, 1980 öncesi siyasi iktidarın ‘orgeneraller arasında en yumuşak başlı olanı’ diyerek
Genelkurmay Başkanlığı’na kerhen de olsa ‘
evet’ dediği Kenan
Evren gösterilir.
Kuşkusuz, böyle bir yorumun ucu, tartışmaya açıktır.
Ordudaki diğer rol
model ise yeni dönemde farkına vardığımız
Hilmi Özkök’tür. Ne pahasına olursa olsun, darbelere karşı çıkarak ülkeyi demokratik rejim sınırları içinde korumayı başarmaktır.
İlker Paşa, kanlı
27 Mayıs’tan hemen sonra Kara
Harp Okulu’na adım atmıştır. 2002-2004 yılları arasında ise Özkök Paşa’nın 2. başkan sıfatıyla Genelkurmay karargahındaki en büyük yardımcısı olmuştur.
Bu andıçtan sonra yeni bir karar arifesinde: Ya Evren gibi olacak, ya Özkök...
Unutmamalı,
Türkiye artık çok değişti. Dünya da farklı dönüyor artık. Erdelhun Paşa’ya dönme riski, Evren modelinde daha yüksek.
Üçüncü yol; hal çaresini bulup andıcın üzerine yatmak, 2010
Ağustos ayında
emekli oluncaya kadar ‘ne şiş yansın ne
kebap’ dercesine vaziyeti idare etmek.
Bakalım, hangi yolu seçecek?
Tarih yazacaksa, yollardan biri değil tek yol, demokrasidir.
Yayın yasağı anayasaya aykırıdır
Genel olarak bizim medya, işgal ettiği mevziye göre
yayın yasağını tanımlar. Hatta daha ileri gidip işine gelmezse savcıları göreve çağırır, aksi durumlarda basın özgürlüğünü hatırlar, ‘karartma mı yapılıyor’ diye sorar.
Yani, kendi çalar, kendi oynar.
Sözgelimi, konu Ergenekon mudur?
Basın Konseyi’nin değişmez başkanı
Oktay Ekşi, savcılara, ‘Soruşturmanın gizliliği ihlal ediliyor kardeşim, neden görevinizi yapmıyorsunuz?’ diye seslenir.
Deniz Feneri davasıyla ilgili ‘
gizlilik’ kararı alındığında,
Hürriyet, yandaş kimi bulursa konuşturur, bu kararla delillerin karartılacağı iddiasına zemin hazırlar, ‘Dava örtbas edilmek mi isteniyor’ sorusunu yöneltecek isimler bulur.
Şimdi medya yine sınavda.
Andıçla ilgili yürütülen
soruşturmada askeri
savcılık, ‘gizlilik’ kararı aldı. Eğer Deniz Feneri davasındaki Hürriyet gibi düşünecek olsaydık, ‘bu andıç örtbas edilmek isteniyor’ derdik.
Ama demiyoruz.
Diyeceğimiz şudur: İster Ergenekon, ister Deniz Feneri, ister andıç, hangi dava konusu olursa olsun, ‘gizlilik’ kararı alınmamalıdır. Böyle bir karar, ‘
sansür’ niteliği taşır, basın özgürlüğünü yaralar.
Daha önce bir yazımda yer vermiştim, laf açılınca tekrarlamak farz oldu. 25-26 Ocak 2008 tarihli
Takvim gazetesinde Ergenekon soruşturmasına dair iki haberle ilgili soruşturma sonucunda
takipsizlik veren
Savcı Nurten Altınok, medyaya hukuk dersi vermişti.
Dedi ki; ‘CMK 157. maddeye göre, kanunun başka hüküm koyduğu haller saklı kalmak üzere ve
savunma hakkına zarar vermemek koşuluyla soruşturma evresindeki usul işlemleri gizlidir.’
Ama...
Savcının itirazı var: ‘İfade özgürlüğü ve halkın gerçekleri öğrenme hakkı demokratik toplumun omurgası, ‘olmazsa olmaz’ koşuludur.’
Bir de örnek olarak
AİHM kararını gösterdi. Soruşturmanın gizliliğini ihlal ettiği için mahkum olan gazeteciye verilen cezayı bozan AİHM, mahkumiyet kararını ‘
ifade özgürlüğünün ihlali’ olarak değerlendirip, kamunun ilgisi olan bir olayda bilgilendirme hakkına müdahalenin demokratik toplumda olamayacağını belirtmiş.
Savcı, aynı şekilde
Basın Kanunu’nun 3. maddesine göre, basın özgürlüğünün kullanılmasına kamu makamlarının müdahale hakkının bulunmadığını belirtiyor. O nedenle,
mahkemelerin yayın yasağı kararı alamayacağını savunuyor.
Sonuna kadar haklıdır. Yayın yasağı,
Anayasaya aykırıdır.
Umut ediyorum, bir yerel mahkeme, yasağa kaynaklık eden CMK 157. maddenin iptali için
Anayasa Mahkemesi’ne gider.
Olmazsa, hükümet ne güne duruyor?
Özkök’ün hangi bağlantısını yakaladı?
Doğan Grubu’nda
Ertuğrul Özkök’e
posta koyan
Yiğit Bulut’un Referans Gazetesi’ndeki yazıları 27 Mayıs’tan bu yana yayınlanmıyor. Tahmin edilen gerekçe, Bulut’un Özkök’ü sarsan yazısı...
Sadece bu mu?
Mesela bu öfkenin bir nedeni de Özkök’ün derin
Almanya bağlantısıyla ilişkili bazı ipuçlarına ulaşması olabilir mi?
Bulut’un geçen hafta bir TV kanalında yaptığı açıklamada ‘Artık Ergenekon’a inanıyorum, Almanya bağlantısı mutlaka çözülmelidir’ sözü, yukarıdaki soruyla ilintili midir? Yoksa
kavga geçen yıl mı başladı? Almanya’da 9 Türk’ün yanarak can vermesi üzerine Hürriyet’in Almanya baskısındaki Bulut’a ait ‘Yak Bir Türk’ başlıklı yazının manşete taşınması mı fitili ateşledi? Bulut, o gündür bugündür Hürriyet’in Almanya baskısında neden yazmıyor? Manşeti atan
Kerem Çalışkan,
İstanbul’a neden sürüldü?
Bu süreçte Doğan Grubu’nun iş ortağı
Bild Genel Yayın Yönetmeni Kai Dikman’ın rolü ne olabilir?
Erdoğan’ın
Davos çıkışına tepki gösteren Bild, Deniz Feneri sürecinde
köprü görevi üstlenmiş midir?
Açıkçası, Bulut’la Özkök arasındaki kavganın sadece o malum yazıdan kaynaklanmadığını, Ergenekon ile Almanya bağlantısına dikkat çekmesinin tesadüf olmadığını düşünüyorum.
Kimbilir, gün gelir,
yiğit adam ona da açıklık getirir.