Ne var ki, normalleşme sürecinin ilerleyebilmesi açısından gerek
Türkiye'nin, gerekse
Ermenistan'ın geliştirmesi gereken yeni politikalar var.
"
Soykırım"ın tanınmasını ilişkilerin normalleşmesi için bir önkoşul olarak öne sürmeyen
Ermenistan açısından atılacak adımların başta geleni, Nagorno-Karabağ sorununun çözümüne yönelik çabaların hızlandırılması. Peki Türkiye açısından önümüzdeki dönemde atılması gereken adımlar neler olabilir?
Bu bağlamda
Osmanlı Ermenilerine ne oldu sorusunun özgürce araştırılması ve tartışılması şart. Gerçeğin bütün yönleriyle anlaşılabilmesi ancak bu şekilde mümkün olabilir. Bu bağlamda Murat Bardakçı'nın, tehcir kararının mimarı ve uygulayıcısı olan
Talat Paşa'nın arşivinden aktardığı bilgiler önemli. ("Talat Paşa'nın Evrak-ı Metrukesi",
Everest,
Aralık 2008.) Talat Paşa'nın kayıtlarına göre, Osmanlı devletinde yaşayan Ermenilerin sayısı 1.256.403 kişiydi; tehcirden sonra bu sayı 284.157'ye indi. Geri kalan 972.246 kişinin bir bölümü katledilerek,
açlık veya salgın hastalıklar nedeniyle hayatını kaybetti; bir bölümü de kaçarak başka ülkelere sığındı. Tehcirin bütün Ermenileri yok etme kastıyla yapılıp yapılmadığı tartışılabilir, ama sonuç itibarıyla Ermeni milliyetçi ve ayrılıkçılarının işledikleri suçlar yüzünden bütün Ermenilerin toplu olarak cezalandırılmasının büyük bir insanlık trajedisi olduğu
tartışma götürmez.
Bu insanlık trajedisinin sorumlusu kimdir? Bunun sorumlusu Türkler ve
Müslümanlar değildir. Pek çok Türk ve Müslüman, tehcire tabi tutulan Ermenileri korumasına almıştır. Trajedinin sorumlusu
Türkiye Cumhuriyeti devleti de değil, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemine hükmeden İttihat ve Terakki diktatörleridir. 1913'te bir
darbe ile iktidarı ele geçiren, Osmanlı'yı savaşa sokarak imparatorluğun parçalanmasına yol açan, on binlerce askerin Sarıkamış'ta donarak ölmesine neden olan maceraperestlerin, Enver, Talat ve
Cemal Paşaların başını çektiği hükümettir. Üstelik sorumluluk bu yönetimin hepsinde de değildir. Birçok devlet görevlisinin tehcire karşı çıktığı bilinmektedir.
Ali Bulaç'ın isabetle yazdığı gibi, "Türkiye hiçbir zaman soykırım iddiasını kabul etmeyecektir. Uluslararası güçleri araya sokarak Türkiye'yi
baskı altına almanın faydası yoktur. Ama Türklerin ezici çoğunluğu 1915'te yaşanan olayları 'büyük bir felaket' olduğunu kabul ediyor. (Zaman, 27
Nisan.) O halde Türkler ve Ermeniler, bu trajediyi "Meds Yeghern / Büyük
Felaket" olarak anabilir, o dönem Anadolu'da yaşanan büyük trajedinin kurbanı olan Ermenilerin yanı sıra Türk ve Müslümanların acısını birlikte paylaşmanın yolunu bulabilirler.
Türk�Ermeni barışması yolunda
Ankara'nın benimseyebileceği anlayışın ipuçlarını veren Türk Hariciyesi'nin en değerli mensuplarından biri olan
emekli Büyükelçi
Volkan Vural oldu. Vural, Neşe Düzel'e verdiği mülakatta özetle şunları söyledi: "Ermeni sorununu tarihçi değil siyasetçi çözer. Gerçeklerin bilinmediğine katılmıyorum... Ben yetkili olsam, tehcire tabi tutulmuş olan bütün Ermeniler, hatta başka
azınlıklar da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına istekleri halinde otomatik olarak alınabilir, derim... Bir fon kurulabilir. Malların geriye verilmesi, bütün bunların hesabının çıkarılması artık çok zor ama... Sembolik bir tazminat verilebilir. Önemli olan bir acı karşısında duyarsız olmadığımızı... belirtebilecek tutumlardır. Ben özür de dilerim aslında... Bunu sadece Ermeniler için de söylemiyorum. 6-7
Eylül hadiselerinde Türkiye'den giden Rum vatandaşlar için de söylüyorum. Bu olaylar Türkiye'ye yakışmayan hadiselerdir. Biz bunları tasvip etmiyoruz. Buradan giden insanlara sempatiyle bakıyoruz. Onları kardeşimiz olarak görüyoruz." (
Taraf, 8 Eylül 2008)