İçişleri Bakanlığı bünyesinde oluşturulması düşünülen v
e devletin
terörle mücadelesinin merkez üssü olması arzulanan
Kamu Düzeni ve Güvenliği
Müsteşarlığı hakkında nedense çok fazla
tartışma yapılmadı, yapılmıyor. Bu yazıda, kafama takılan bazı soruları dillendirip, bu sorulardan hareketle bazı öneriler getirerek bu cılız tartışmayı bir nebze hareket getirebilmeyi diliyorum.
1 Neden şimdi ve böyle bir müsteşarlık kuruluyor?
Anlaşıldığı kadarıyla müsteşarlık fikri, ABD’nin 11
Eylül 2001
terör saldırıları sonrası giriştiği yeni
düzenlemelerden esinlenerek geliştirilmiş.
11 Eylül, farklı istihbarat teşkilatlarının koordinasyonunun ne kadar elzem olduğunu göstermişti. Ayrıca “
analiz” in “ham istihbarat” tan çok daha değerli olduğu da iyice ortaya çıkmıştı.
Amerikan yönetimi, 11 Eylül Komisyonu’nun önerilerini dikkate alarak şu iki yeniliği hayata geçirdi:
a) Terör saldırıları,
doğal afetler gibi beklenmedik büyük olayları önceden saptamak, gerekli önlemleri almak ve olaylar yaşandıktan sonra gerekenleri tek elden yerine getirmek için İç
Güvenlik Bakanlığı kuruldu.
b) Doğrudan Başkan’a bağlı olarak
Ulusal İstihbarat Direktörlüğü oluşturuldu. “İstihbarat çarı” olarak tanımlanan Direktör, 16 farklı istihbarat biriminin başına getirildi.
Görüldüğü gibi bizdeki düzenleme ABD’nin hayli gerisinde. Ayrıca müsteşarlığın İçişleri’ne bağlanması, bunun “ölü” olmasa bile “
sakat” doğmasına yol açacağa benziyor. Zira burada
hedef tüm istihbarat birimlerinin koordinasyonu. İlk akla gelenler MİT, Emniyet,
Genelkurmay, Jandarma ve bir ölçüde
Dışişleri istihbaratı. Fakat bunlardan Emniyet İstihbarat’ın zaten İçişleri bünyesinde olduğu düşünülürse (Jandarma da kağıt üzerine İçişleri’ne bağlı ama varlığı bile tartışmalı
JİTEM’in öyle olmadığı açık) istihbarat servislerinin koordinasyonundan ziyade birinin diğerlerinin üstüne çıktığı/çıkacağı gibi bir
imaj oluşacaktır. Her ne kadar bizde
başkanlık sistemi olmasa da, müsteşarlığın Baş
bakanlık’a bağlanması halinde daha az sorun çıkacağını düşünebilirdik.
2 Müsteşarlık sadece
PKK ile mi ilgilenecek?
Görev tanımında genel olarak “
terörle mücadele” dense de ilk günden itibaren, biraz da konjonktürün etkisiyle müsteşarlığın sadece PKK’yı ve dolayısıyla
Kürt sorununu gündemine alacağı gibi bir izlenim oluştu. Bu çok yanlış ve riskli bir durum. Örneğin 15-20
Kasım 2003 terör saldırıları
El-Kaide' class='textetiket' title='El Kaide haberleri'>El Kaide ve benzeri yapıların ne kadar tehlikeli olduğunu bize göstermişti. Müsteşarlığın her türden terörü kapsamına alması şarttır, ama bunun yükü de çok ağırdır. Özellikle güvenlik kuvvetlerinin ezici bir çoğunluğunun terörizm olgusunu sadece
komplo teorileriyle açıklamaya çalıştıkları düşünülürse.
3 Müsteşarlıkta kimler görev alacak?
Kendisi de sosyal bilimci olan Bakan
Atalay müsteşarlık bünyesinde,
sözleşmeli olarak sosyolog, antropolog,
siyaset bilimci vb. istihdam edileceğini söyledi ki bu alışık olmadığımız ve sevindirici bir durum. Fakat burada çok önemli bir sorunla karşı karşıyayız. Muhtemelen Müsteşarlık bünyesinde, değişik birimlerden istihbarat tecrübesine sahip kadrolar da kaydırılacak. Burada önceliğin kimde olacağı hayati bir öneme sahip. Yıllarını “terörle mücadele” ye adamış ve deneyim kazanmakla birlikte statükoculuğun da esiri olmuş isimlerde mi yoksa deneyimsiz ama öğrenmeye açık, yaratıcı ve yenilikçi gençlerde mi? Genellikle “ham istihbarat” temin edenler, “analiz” yapacak kişilerin, kendi getirdikleri bilgileri pekiştirecek öneriler getirmelerini bekler, hatta dayatırlar. Halbuki “şeytanın avukatı” olmaya talip analizci makbuldür.
4 Müsteşar kim olacak?
Bu noktada müsteşarın kim olacağı çok belirleyici olacak. Şu ana kadar ortada dolaşan vali, müsteşar vb. isimlere bakınca insan çok fazla ümitlenemiyor. Bir zamanlar Turgut
Özal’ın TRT’nin başına Büyükelçi Cem Duna’yı getirmesi gibi, müsteşarlığa şaşırtıcı ancak umut verici parlak bir ismin atanması iyi bir başlangıç olabilir. Burada temel kıstas bence “resmiyet” değil “
sivillik” olmalı. Daha açık söylecek olursak halen üst düzey görev yapan veya yakında
emekli olmuş bir bürokrat yerine mesela bir sosyal bilimci çok daha isabetli bir
seçim olur. Böylece hem değişik devlet birimleri arasındaki rekabette tarafsız kalabilir, hem de terörle mücadeleye “yeni” ve “sivil” bir boyut katabilir. Son olarak müsteşarın bir kadın olmasını ve hatta oluşturalacak kadronun çoğunun kadınlardan seçilmesini de önermek istiyorum. Zira bugüne kadar terörle mücadele adına o kadar enerji ve imkan akıtılmasına rağmen bir
arpa boyu yol gidilememesinde, tüm devlet yapısını yıllarca körelten “
erken egemen zihniyet” in birinci derecede etkili olduğuna inanıyorum.