Ben işin 'sahte-gerçek'liğinde değilim. Zira bu ülkede yaşayan ortalama zekaya sahip her birey, uzak ve yakın geçmişimize bakarak bu planın gerçekliğini değerlendirebilir diye düşünmekteyim.
Nokta'nın yayınladığı günlüklere, daha önce ortaya çıkarılan andıçlara filan bakarak yapılacak bir geniş perspektifli
okuma bize kanaat yönünde yardımcı olacaktır şüphesiz.
Biliyorsunuz, tüm bu tertip,
komplo, senaryoların ortalıkta uçuştuğu dönemde ortaya başka bir günlük çıkmıştı.
Cumhuriyet gazetesinin
Ankara temsilcisine ait olduğu ileri sürülen bir günlükten bahsedildi medyada. Ki o günlüğün sahibi hâlâ içeride. Enteresandır, günlüğün sahibi 'ben onları sildim, zira önemi kalmamıştı' derken gazetesi bugünlerde apar topar o satırları 'Gerilimli Yıllar' başlığıyla yayınlıyor. Gazeteye göre önemini yitirmemiş demek ki! Gözaltına alınan temsilci için -hatırlarsanız- bir
dayanışma gösterisi düzenlenmişti vaktiyle. Günlüklerin ortaya saçılmasından sonra bazıları desteğini çekmiş, kimileri 'Gazeteciliğe sığmaz' cümlesiyle 'ama'ya sarılmıştı. İlginç bir ayrıntı, ortaya çıkarılan son '
Andıç' akabinde medyanın tavrıydı. Başta
holding gazeteleri olmak üzere demokrasiye mesafeli, cuntaya yakın duran zihniyet, önce 'Bitirme
Planı'nı görmezden geldi. Görmediği haberin yasağını haber yaptılar mesela. Ardından ufak ufak �tıpkı
Ergenekon iddianamesi gibi- sulandırma, bulandırma, değersizleştirme çabaları çıkmaya başladı. Aslında bütün bunları bize söylüyordu hazırlanan plan. Yani, Andıç medyası bir yandan belgenin sahteliğine dair bir bilinçaltı oluşturmaya çabalarken diğer yandan bizzat andıcın dediklerini harfiyen yerine getirerek gerçekliğine kanıt oluşturuyordu. Bakın, bahsi geçen son planda neler söyleniyor: Başlık "Dost unsurlar". İçerik ise şu: "
Basın ve yayın organları kanalıyla irticai grupların iç yüzünü gösteren
propaganda çalışmaları planlı bir şekilde yürütülmekte. TSK
personeli ve ailelerine yönelik bilgilendirme faaliyetleri icra edilmekte. TSK içerisine sızdırıldığı değerlendirilen personel ve aileleri ile bunların irtibatta olabilecekleri kişiler takip ve
kontrol altına alınmakta.
Bilgisayar ve doküman güvenliği konusunda
tedbirler artırılmaktadır." Demek ki yeterince tedbir alınmadığından dolayı bu plan
avukat ofislerinde filan ortaya çıkıyor. Bir diğer enteresan tesadüf ise cuntacılar ile medyacıların senkronize
eylem birliği. Bahsi geçen planda medya içindeki dost ve müttefikler aracılığıyla şu imajın verilmesi isteniyor: "'
Fethullah Gülen (FG)'ciler gemi azıya aldılar, doğrudan TSK'ya saldırıyorlar' teması işlenecek, bu kapsamda muhafazakâr vatandaşların bile 'Pes doğrusu, biz de elhamdülillah Müslüman'ız, ama FG'ciler resmen TSK'ya saldırmak için provokasyon yapıyorlar, dedirtecek çalışmalar yapılacaktır.' kanaati oluşturulacak."
Şimdi geriye dönüp medyanın son bir haftadaki yayınlarını bir de bu gözle okumaya ne dersiniz? Elbette bu köşe yazısında o kadar yerimiz yok ancak, çakma tarihçisinden kişilik sorunlu kırığına,
gönüllü yalakasından kişisel kariyeri uğruna taban yalayıcısına kadar bir dolu kalemin, kalemşorun, planın bu bölümünü harfiyen uyguladığını görmek mümkün. 28 Şubat'ın aktif ve azgın aktörlerinin
emekli bir kısım uzmanı ekrana saatlerce çıkarıp dezenformasyon yapmasını,
hedef saptırmasını ve kamuoyunda farklı kanaat oluşturmaya kalkışmasını bu planın dışında değerlendirmek mümkün mü?
Bazen bizlerin medyanın kronik hastalığı dolayısıyla 'temcit
pilavı' olarak gördüğümüz şeylerin bile aslında bir 'plan'ın parçası olduğunu görmek için alim olmaya da gerek yokmuş meğer.
Zahid Akman haberlerinde bile, biz zannediyorduk ki Holding medyası gücünü yitirmenin verdiği hırçınlık ile kişisel intikama çevirdi işi.
Hani, 'Gül'ü yıkamadık, Erdoğan'ı yıkamadık, kardeşim Akman'ı da yıkamazsak bunalıma gireriz' paranoyası olmayabilirmiş meğer.
Yayınları plan çerçevesinde değerlendirince ortaya oldukça ilginç tablolar çıkıyor. İzlemeye devam...