"Özel üniversitelerde, mütevelli heyetleri, devlet üniversitelerinde ise Danışma Kurulları,
rektörü atasın" diyor. Daha çok özerklik anlamına gelecek bu değişimi, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün de arzuladığını biliyoruz. Gül, "rektörü
Çankaya atasın" ısrarında değil. Ama, anayasa değişikliği yapılamadığı için, mevcut düzen sürüyor.
Kimse, 467 oyla üniversitede ikinci sırada gelen, YÖK Genel Kurulu'nda ise ilk turda 11 oy alarak, liste başına geçen Prof. Yunus Söylet'in,
İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü'ne atanmasını yadırgamasın. Madem, 6 adayı 3'e indirme hakkı YÖK'e tanınmış ve Çankaya'nın da, 3'ünün arasından bir kişi seçme yetkisi var, elbette herkes takdir hakkını kullanacak. Üstelik Prof. Söylet, YÖK'ün birincisi olarak Çankaya'ya gitti. Gül, üniversitenin değil ama, YÖK'ün birincisini
tercih etti.
"Yunus Söylet'in eczacı eşi türbanlı olduğu için atandı" diyenler var.
Başörtüsü, Türkiye'nin bir gerçeği olmasına rağmen, hiçbir rektör eşinin başının örtülü olmaması, daha tuhaf değil mi? Ya da, Prof. Yunus Söylet'in kariyerinden ziyade, onun eşinin başörtüsünü işaret etmek, medeni âlemde ayıplanacak bir ayrımcılık sayılmaz mı? Geçtiğimiz dönemde,
Erdoğan Teziç, daha önce de
Kemal Gürüz YÖK Başkanı'ydı. Bu başkanlar ve
Yüksek Öğretim Kurulu'nun çok büyük bir çoğunluğu, belli bir dünya görüşüne sahipti. "Laik cumhuriyeti koruma kollama" adına, 28
Şubat ile
işbirliği yaptılar.
AK Parti iktidara geldikten sonra da, kendilerini, zinde güçlerin yanında, "laik cumhuriyetin bekçisi" farz ettiler. Elbette bu yapı değişecek. O zamanki zihniyeti, Prof. Erdoğan Teziç'in şu sözleri pek güzel ifade ediyordu: "Bugün parlamentodaki siyasi çoğunluk, sadece siyasi iktidarı değil, ama, devlet iktidarını da ele geçirmek istiyor."
Milli irade adına böyle bir söylem kabul edilebilir mi?