Genelkurmay Başkanı
Org. Başbuğ’un
basın toplantısı sırasında benim bir soruma
itiraz ederkenki uslubu, bazı yayın organlarında “fırçalama” olarak yorumlandı. Çok şaşırdım. Doğrusu o konuşmayı ben hiç fırçalama diye üzerime alınmadım. Ayrıca şimdiye kadar hiç fırçalanmamış, kim tarafından olursa olsun fırçalanmaktan hoşlanmayan ve fırçalandığı yerde de kalmayan bir insanımdır.
Dün sabah, bambaşka bir konuyu görüşmek üzere yine Genelkurmay’a davet edilmiştim. Org. Başbuğ da yazıları okuyunca şaşırmış. “Aman söz konusu değil. Eğer sizde öyle algıladıysanız üzülürüm” dedi. Bende “normal bir tartışmaydı” diye
yanıtladım. Gerçek fikrim de bu...
Ayrıca “topraktan
silah fışkırması” ile ilgili söylediklerimde hala da ısrarlıyım.
Org. Başbuğ kabul etmese dahi kamuoyundaki algılama ne yazık ki böyle.
“Fışkırma” bir metafordur ve biz gazeteciler metafor kullanabiliriz.
Genelkurmay Başkanı, benim bu kelimeyi kullanmamı sevmedi, ancak işin doğrusu da bu. Son dönemlerde nereyi kazsanız silah veya
cephane çıkıyor.
Kabul ediyorum, son derece karışık bir konu. Kimin eli kimin cebinde belli değil. Bulunanların bir bölümü askere ait değil. Ancak, hepsi de öyle mi, yoksa sadece
Poyrazköy’den çıkanlardan mı söz edildi, tam anlayamadım.
Geriye kalanların nereden geldiğini, kime ait olduğunu sorduğumuzda da “Orası bizi ilgilendirmez,
savcılık ve
mahkeme bulsun” yanıtını aldık.
Ortada bir dağınıklığın olduğu apaçık belli. Başbuğ da bunu bildiğinden dolayı, denetimleri arttırdıklarını açıkladı. Özetlemek gerekirse,
ülke içinde elden ele dolaşan silahlar konusu, sadece polis ve savcılara bırakılamayacak kadar önemli bir sorundur.
TSK günlükleri mutlaka araştırılmalı
Basın toplantısında benim en çok dikkatimi çeken nokta, Başbuğ’un Demokrasi ve Özden Amiral’in günlükleriyle ilgili sorduğum soruya verdiği yanıtlardı.
Demokrasiye bağlılığını anlatırken, son derece açık ve yüksek sesle “Darbe yapmaya kalkışanların yani, Demokrasiye bağlılık konusunda farklı düşünenlerin” TSK bünyesinde barınamayacaklarını söylemesi önemliydi.
Çarpıcıydı.
Ancak,
Özden Örnek’in günlükleriyle ilgili olarak bunca yıldır, hiçbir inceleme yaptırılmamış olması,doğrusu beni şaşırttı. Bu araştırmanın davul zurna ile yapılması, kamu oyu ile paylaşılması şart değil ki...Koskoca bir kurumun içinde böyle gelişmeler yaşanır da, bu kurumun en üst mevkii sayılan Genelkurmay gizli bir inceleme dahi yapmaz mı ?
Başbuğ, bu konuda ,bir önceki Genelkurmay Başkanı
Büyükanıt’ın sözlerini tekrarlamakla yetindi. “Üstelik bir
darbe hazırlığıyla ilgili olarak, elimizde
belge de yok” dedi.
Nokta dergisinde günlüklerin yayınlandığını, o kadarının dahi bir ihbar niteliği taşıdığı söylenmesine rağmen, ileri adım atmadı.
İlginçtir, bir yandan da, kapıyı yine de aralık bıraktı ve “mahkeme isterse inceleme yapabilecekleri” anlamına gelen sözler sarfetti. Anlayacağınız, Genelkurmay günlükler konusunda henüz cesur bir adım atmaya hazır değil. Oysa iş dönüp dolaşıp bu günlüklere gelecek. “Demokrasiye bağlıyız” demek yetmez. TSK ilk defa kendi kendini incelemeli ve hiç değilse, böyle bir şey olduysa, kendini şeffaflaştırmalı. Günlükler konusu açığa çıkmadan da bu tartışmalar bitmez.
Bedelli askerlik konusu uzun süre için kapandı
Org. Başbuğ’un en kesin yanıt verdiği bir diğer konu da Bedelli
Askerlikti.
Verdiği rakkamlar ve bu sistemi reddetmesinin arkasındaki gerekçeler de, ikna ediciydi.
Asker ihtiyacına karşı, askerliğe başvuranların sayısının azaldığını, geçen yıl sadece yüzde 66’sının karşılandığını, 2011’de de bu oranın yüzde 60’a düşeceğini söyledi. Bunun yanısıra bir moral gerekçeyi öne sürdü. “Terörle mücadelede insanlar ölürken, askerlik görevini parayla satmayı kamu oyuna anlatamayız” dedi.
Doğru.
Ancak, bir de şu veya bu nedenle bir bedel ödemediği taktirde
mağdur olavaklar var. Onlar için de bir çalışma olup olmadığını soracaktım, cesaret edemedim. 9 gencin şehit olduğu bir sırada, asker kaçaklarını koruyormuşum gibi bir konuma düşmekten korktum.
Mahalle baskısını orada da hissettim.
"Heskes bizden birşey istemeye gelmiyor"
Başbuğ’un en ilginç bir başka uyarısı, yine medya’nın bir alışkanlığı ile ilgiliydi.
“
Türkiye’ye her gelenin, bizden birşey istemeye, bir ödün almaya geldiğini yazıyorsunuz.
Hayır arkadaşlar, yok böyle bir şey. Türkiye büyük bir ülke, gelenler bizim ne düşündüğümüzü sormaya geliyorlar.” dedi.
Çok doğru bir saptamaydı bu...
Gerçekten de bizim hastalığımız, her yabancının bizden birşey almak, ödün koparmak için geldiğine inanmamızdır.
Başbuğ, örnek olarak
Amerikan Genelkurmay Başkanı ve Obama’nın
Güvenlik Danışmanı James ile konuşmasının ayrıntıları anlatırken,
Ankara-
Washington diyaloğunun çok olumlu geliştiğini de ortaya koymuş oldu.
Genelkurmay Başkanı, medya’nın beklediği yanıtların bir bölümünü yanıtladı. Bakalım bir daha seferdeki konuşmasında, eski yeni yaklaşımlarla mı karşımıza çıkacak, göreceğiz.